f2af643b-1f2b-4576-a0c7-c8029d8139a4.png

Yapay Zeka ve Sanat Röportaj Serisi: Küratör ve Sanat Yazarı Sinan Eren Erk

ArtNews

bir yıl önce

Sanat alanında özellikle son zamanlarda gündemde olan yapay zeka ve sanata olan etkisi hakkında sanat dünyasının değerli isimleriyle ARTtv olarak bir röportaj serisi oluşturduk. Röportaj serimizin konuğu: Küratör ve Sanat Yazarı Sinan Eren Erk

- Yapay zakâ ile yapılan eserler hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye bu konuda hangi noktada?

Dijital verilerin algoritmalar tarafından yorumlanması aslında yeni bir şey değil. Hatta sanatta da ilk örneklerinın 1960’lara dayandığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bugün yapay zekâ dediğimiz şey elbette geçmişe göre çok daha gelişmiş, hızlı ve karmaşık bir teknoloji. Sanat alanında ise bize daha önce deneyimleme şansımız olmayan şeyleri sunabilme imkânını veriyor. Yine de yapay zekâ uygulamaları aslında yeni bir teknikten başka bir şey değil. Önemli olan bunun nasıl ve neden kullanıldığı, ortaya nasıl sonuçların çıktığı.

Türkiye yeni medya sanatı açısından çok güçlü bir ülke. Dünya çapında tanınan birçok sanatçıya ev sahipliği yapan bir ülkedeyiz. Tabii insanların yeni medya alanına, veri temelli sanat üretimine yönelmesinde sadece bu çağın popüler dinamikleri değil aynı zamanda Türkiye’nin karmaşık, yalnızlaştırıcı toplumsal yapısının da etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tip teknolojilerle çalışabilmek için kendinizi dış dünyadan biraz izole edebilmeniz ve yazılım diline hakim olmanız, onun gibi düşünebilmeyi öğrenmeniz gerekiyor.

- Veri tabanına sadece fotoğrafik imajlar yüklenen söz konusu cebirsel algoritma, ne türden bir sanat ürünü yaratabilir? Sizce bu bir sanat ürünü müdür?

Veri tabanlı sanat aslında bundan çok daha fazlası. Günümüzde yapay zekâ yardımı ve üç boyutlu görsel işleme yazılımları kullanılarak gerçekte var olmayan görüntüler de üretilebiliyor. Bunlar insan yüzlerinden, sanal mekânlarına kadar çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkıyor. Makine öğrenmesi adı verilen yöntem ise farklı alanlardaki görsel, işitsel ya da matematiksel verileri toplayarak bunları karşılaştıran bir prensipte çalışıyor. Yazılım farklı veri tabanlarından gelen belki milyonlarca farklı bilgiyi karşılaştırarak örneğin bir insan yüzünün neye benzeyebileceğini “anlamaya” çalışıyor. Sonuçta siz belli özellikleri olan bir insanı tarif ettiğinizde yapay zekâ algoritması tıpkı bir robot resim çizer gibi size kendi sentezlediği verileri temel alarak bir portre sunabiliyor. Günümüzde bunun çok daha gelişmiş örneklerini Dalle veya Midjourney gibi yazılımlar aracılığıyla kişisel bilgisayarlarımızda hazırlamak bile mümkün.

Veri sentezinin tek başına bir sanat eseri olduğuna inanmıyorum. Bunun ancak doğru bir bağlam içinde, belli bir motivasyonla yapılan, içinde belli arayışları, estetik kaygıları, ifade etmeye, anlatmaya çalıştığı hikayeleri barındıran bir şekilde kullanıldığında sanatsal bir boyut kazanacağını düşünüyorum. Bu aslında genel olarak sanat eserini tanımlarken kullanabileceğimiz tanımlamalardan biri olarak düşünülebilir. Dolayısıyla sanat eserinin hangi tekniği kullandığı ancak kendi bağlamı içinde o eserin nasıl okunduğunu değiştirme ihtimalini taşıyor.

- Yapay zakâ sanat dünyasını ikna etti mi yoksa daha ileri zamanda mı ikna olacak?

Bir iknaya gereksinim olduğunu sanmıyorum. Veri tabanlı sanat, fotoğraf veya videonun karşılaştığı dirençten çok daha azıyla karşı karşıya. Bu bir önceki soruya verdiğim cevapla da bağlantılı aslında. O dönem sanatın tanımı ve algısı bugüne göre farklıydı. Dolayısıyla özellikle teknik yeniliklere çok daha katı yaklaşılıyordu. Ancak bugün algımız daha açık ve teknolojik yenilikler sayısız alanda hayatımıza daha çok girmiş durumda. Hatta kalp pilleri, robot uzuvlar, üç boyutlu yazıcıyla basılmış organlar gibi teknolojilerle siborglaşmaya bile başladık. Dolayısıyla bunun bir ikna değil anlama süreci olduğunu düşünüyorum. Bu konuda oldukça yol da kat edildi. 

- Sanat ile yapay zakâ ile üretilen sanat arasındaki farkı algılama konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bunların arasında kullandıkları teknikler dışında hiçbir fark olduğunu düşünmüyorum. Ancak içlerindeki insan faktörü sorgulanabilir. Durum bu olunca bir algoritma tarafından üretilmiş sanat eserleri ile tamamen insan elinden çıkmış eserler arasındaki farkı algılamak neye yarayacak bilemiyorum. Bu bana fazla korumacı bir davranış gibi geliyor. Bunun yerine o sanat eseriyle olan kişisel ilişkimle ilgileniyorum. Bu eser bana ne ifade ediyor veya etmiyor? Bence üzerinde asıl düşünülmesi gereken şey bu. Örneğin Midjourney üzerinde yaptığım çalışmalarda kimi zaman aldığım sonuçlar beni hayrete düşürebiliyor veya tam tersine tiksinti uyandırabiliyor. Bence tam da bu noktada ortaya çıkan şey benim sanattan beklediğim şeyi karşılıyor. Bir sanatçının ürettiği sanat eserlerinde de benzer bir durum söz konusu. Bazılarını beğeniyorum bazıları ise bende hiçbir duygu ya da his uyandırmıyor. Kısacası yapay zekâ, düşünmenin ve üretmenin yollarından sadece biri. 

- Sanatçıların yapay zakâyı kullanmaları hakkında görüşleriniz neler?

Büyük bir potansiyeli açığa çıkarıyorlar. Zamanla ve deneyimle bu teknolojinin sınırlarını araştırıyor, ifadenin yeni biçimleri üzerinde çalışıyorlar. Bu imkânlar yüzyıllar önce olsaydı örneğin bugün farklı türde bir rönesanstan, modernizmden ya da postmodernizmden bahsederdik. Felsefeyle bağını koparmadığı sürece sanatın tüm yeni ifade biçimleriyle barışık hatta bunları talep eden bir yapıda olduğuna inanıyorum.

- Huelsenbeck’e göre: “Sanatın ölümü, sanatın kitle toplumunda sürekli olarak eğlence ile karıştırılmasıyla ilgilidir. Kitle insanın sanatı nötrleştirmesinin bir başka yoludur bu. Sanattan zevk alması için onu sıradanlaştırması gerekir.” her gün gözümüze gelen binlerce görüntü üzerinden düşünülecek olursa bu konuda sizin fikriniz nedir?

Önermenin ilk bölümü tam da bir önceki sorunun sonunda yazdığım cümleyle örtüşüyor. Donald Kuspit ünlü “Sanatın Sonu” kitabında bu cümlelere yer verdi. Ancak Huelsenbeck’in cümlelerinin devamını da incelemek gerekiyor. Richard Huelsenbeck 1974 yılında yayınlanan “Bir Dada Davulcusunun Anıları” adlı kitabının, Kuspit’in alıntıladığı pasajın da içinde bulunduğu “Sanatçının Istırabı” adlı bölümünü şu sözlerle bitirir: “Gerçek bir dadaist olarak yorumlarımın sonunda tavrımı tersine çevirmem gerekiyor. Sanat, doğal olarak ölmedi ama ürkütücü bir coşkuyla kendi kendini yok etmeye teslim olan bir çağda, ilkelerini açıklığa kavuşturmak için yeni bir çabaya ihtiyaç duyuyor.” Dolayısıyla aslında yine önceki sorulara verdiğim cevaplarda altını çizdiğim şeye, sanatın nasıl adlandırıldığı, aktarıldığı ve tanımlandığının önemine geliyoruz. Bu nedenle “Yapay zekâ sanatı öldürür mü?” sorunuzun cevabına şunu ekleyebilirim: Sanatı öldürebilecek tek şey belki de içinde bulunduğu toplum olabilir.

- İnsanlığın bilim ve teknolojideki olağan gelişiminin dışında, sanatın insani yanı düşünüldüğünde; sanat ve hayat algımızda ne yönde değişim ve dönüşüm yaratacağını düşünüyorsunuz?

Bunu tahmin edebilmek gerçekten zor. Fakat hayatımızı kolaylaştıracak pratik çözümler sunan teknolojiler uğruna özgürlüğümüzden, kişisel seçimlerimiz ve kimliklerimizden ödün verdiğimiz bir geleceğin anlamsız olacağını düşünüyorum. Sanat ve felsefe olduğu sürece bence insanlık bir şekilde kendi özünü korumayı başaracak, teknolojiyle arasında doğru diyaloğu kurabilecek.

- Bir sanatçı eseri üretirken sadece sonuçtan değil bir yaratım sürecinden oluşur. Sanatı birikimlerini, duygularını, üzüntülerini vb sanatına aktarır. Yapay zekâ resimleri, bizlerde sanat eserleri kadar heyecan ve hayatı anlama-algılama noktasında bir dönüşüm yaratacak mıdır?

Önce ilk cümleden başlamak isterim. Sanat eseri olarak bir galeride ya da bir arşivde gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz ya da kokladığımız şey çoğunlukla bir sürecin sonunda ortaya çıkan şeydir. Ancak sürece dayalı ve ortaya atıldıktan sonra örneğin izleyicinin veya ışık, sıcaklık, nem ya da ses gibi çevresel koşulların etkisiyle değişen eserler de var. Bu nedenle bir eseri genel anlamıyla ana ekseni zaman olan zihinsel ve bazen de fiziksel ifadenin özgün bir biçimi olarak düşünüyorum.

Sorunun cevabını ise bilemiyorum ama tam da az önce belirttiğim şekilde süreci yaşamayı ve yeni sorular sormayı daha yapıcı buluyorum. Öte yandan, yapay zekânın sınırları çizilebilmiş değil. Şu an için bu sınırları ancak tahmin edebiliyoruz ve bugünkü durumda bile bizi “kandırabilmeyi” başarabiliyor. Bu nedenle veri tabanlı çalışmaların bir değişim yarattığı şüphe götürmez bir gerçek. Yapay zekâ bir sanat eserinin tekniği elbette olabilir ve süreci yaşayarak göreceğiz ama sanat eseri ve yapay zekânın birbiri yerine koyulabilecek şeyler olduğunu düşünmüyorum.

- Nasıl bir dijital dönüşüm isterdiniz?

Dijitalleşmenin, barışçıl, huzurlu, kaynakların zihinsel ya da fiziksel adil paylaşıldığı, düşünmeye, üretmeye, yolda olmaya devam edebildiğimiz, tepeden inme normlara sıkıştırılmadığımız, hor görülmediğimiz, ötekileştirilmediğimiz bir yaşamı oluşturmak adına bize yardımcı olabileceği bir geleceği dilerdim.

 

Röportaj: Özge Kahraman



En Çok Okunanlar