Sanat; gözlerden, kalbe ve ruhumuza tesir eder. Algılarımızı, zihnimizi ve duygularımızı besler. Kimi zaman tuvalden bizlere seslenir yaşanmışlığını dile getirir. Kimi zaman ise çağları değiştiren, devrimler yapan olayların acılarını tarihe kazır. Sanatçılar ise, bu denli yoğun duygu durum geçişlerinde, unutulmaz ve delice aşklara kapılır.
Amedeo Modigliani, 12 Temmuz 1884’te İtalya’nın Livorno kentinde doğdu. Yahudi ailesinin dördüncü ve son çocuğu olan Modigliani, daha on yaşında iken tüberküloza yakalandı ve hayatı boyunca sürecek olan hastalığı ile yaşamak zorunda kaldı.
Modigliani’nin babası, o doğmadan kısa bir süre önce iflas etmiş, talihsizlikleri de bununla beraber başlamıştı. Annesi, sanatı ruhuna ilk yerleştiren kişi olmuştu. Hasta çocuk ateşler içinde yanarken “ressam olacağım” demeye basladı ve öyle de oldu.
Sağlık durumu elverişli olmadığı için liseyi bırakmak zorunda kaldı.
Fırçalar ve renklerin arasında “resim delisi” genç bir adam ortaya çıkar. 1901’de önce Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim görür. 1903 yılında da iki yıl Venedik’te kalır. Bütün eğitim hayatı bu kadardır. Fakat bu kısa zaman içinde sanatın bütün tekniğini benimser.
Asi, mağrur, alaycı bir o kadar vurdumduymaz.
Herkesçe deli bir ilah olarak anılan, çağının getirdiği yaşam şekline ayak uydurmayı reddeden, uyanları da içten içe eleştiren Modigliani. Döneminin sanatçıları kadar yetenekli fakat önüne çıkan fırsatları önemsemeyen, hayatı hisleriyle, aklına estiği gibi yaşayan, kısaca hayata meydan okurcasına devam eden bir adam.
İsminin telafuzu zor olduğundan ona “Modi” diyorlardı.
Venedik’te başlayan kötü alışkanlıkları, Paris’in bohem hayatı içinde bağımlılıklara dönüşür. Giderek daha bitkin düşmesine sebep olan bağımlılıklarından kurtulmak için ailesinin yanına Livorno’ya gitmiş, sağlığına kavuştuktan sonra yeniden Paris’e dönmüştür.
Ömrü boyunca arttırarak sürdürecektir bu aşırı yaşam tarzını. Paris’te Montmartre’ye yerleşir ve bir stüdyo kiralar. Modigliani gösterişli giysileri ve tavırları ile fakirliğini bohemlik örtüsü altına gizlemeye çalışır. Bu dönemde Picasso, Utrillo, Jean Cocteau ve Soutine gibi sanatçılarla tanışır.
Picasso ile önce dost, sonra rakip oldular…
Aralarındaki ilişki çekişmeli bir rekabet içindedir. Pek tabii ki kıskançlık seviyesine gelemeyecek kadar asil. Picasso, döneminin en çok ilgi gören ve şüphesiz ki eserleri herkes tarafından rağbet gören, kübizmin kralı efsane sanatçı, Modigliani’nin fovizm ve kübizmden esinlenmesini sağlamıştır.
Modigliani ve Picasso birbirlerine karşı büyük bir saygı ve sevgi duyduklarını dile getirmişlerdi. Picasso, Modigliani için “Bir Tanrı!” derken Modigliani kendini; “Aradığım gerçek değil, gerçeküstü de değil sadece bilinçaltı. Beni sadece insan ilgilendiriyor çünkü yüzü doğadaki en ulvi şey” sözleriyle tanımlamıştı.
Nü portreler yapan tek ressam Modigliani değildi.
Kadınlar onu dayanılmaz şekilde çekici bulurken, ressamın kendisi de kadınlara hayrandı. Bu nedenle, kadın portreleri ve nü çalışmalarının eserlerinin merkezinde olması şaşırtıcı değildir. Onun kendine özgü tarzı ile kadınları son derece özgüvenli ve tüm detayları ile resmediyor oluşu birçok kişiyi rahatsız etmiştir.
“Ruhunu görebildiğimde gözlerini çizeceğim”
Amedeo Modigliani’nin sanatını diğerlerinden ayıran en önemli özellik; hayranlık uyandıran benzersiz bir anlayış ile duygularını tablolarına aktarmasıdır.
Satılıp satılmamasını önemsemediği portrelerinin birçoğunda gözleri çizmemiş, ince ve uzun boyunlu kadınlara hissiz bir bakış vermiştir.
Modigliani için ruhu yansıtmak gözlerden çok daha önemlidir. Bu yüzdendir ki; son ve en büyük aşkı olan Hébuterne’nin de portrelerini çizerken “ruhunu gördüğümde gözlerini de çizeceğim” cümlesini dile getirmiştir.
Modigliani, yıllarca sürecek ebedi aşkı ile 1917 yılında, şair Leopol Zborowsko’nin evinde tanışır. Peki Jeanne Hébuterne bu aşkın sonunu bilebilseydi, hayatından o günü geri almak ister miydi?
Jeanne Hebuterne, dindar Katolik bir ailede yetişir ve 19 yaşında babasının izni olmamasına rağmen, Colarossi Akademisi’nde resim eğitimi almaya başlar. Tanışmalarının ardından, Jeanne’nin koyu Katolik ailesi Modigliani Yahudi olduğundan ilişkilerine karşı çıkar, ancak onlar birlikteliklerine devam eder.
İnançlarının farklılığından ötürü bir aşk günah sayılabilir mi?
Modigliani ve Jeanne’dan kaderlerinin önüne geçmelerini istediler. Seven iki insana, sevme bırak dediler. Birçok kere yollarını ayırdılar fakat o yolların sonunda yine birbirlerini buldular. 1918’de, ilişkilerinin ilk yılında dünyaya gelen çocuklarına kendi isimlerini armağan ederler.
“Jeanne Modigliani”
Bir bebeğe bakmanın ötesinde, kendilerini bile geçindiremeyen çift, zorlukları görmezden gelmiş, birbirlerinden vazgeçmemişlerdir.
1900’lerde ölüm nedeniydi tüberküloz. Korkunç bir hastalıktı ve tedavisi yoktu. Bu hastalığa sahip olanlara korkuyla yaklaşılıyor ve uzak tutuluyorlardı.
Modigliani ile hayat zordu. Alkol ve uyuşturucu bağımlısıydı. Artan uyuşturucu ve alkol alımı, Modigliani’nin tüberkülozunu arttıyor, günbegün onu güçsüzleştiriyordu.
1920 yılbaşı gecesinden sonra hastalandı.
Amedeo ve Jeanne 4 gün boyunca evden çıkmadılar. Ressam olan bir komşuları, meraklanıp gittiğinde, Modigliani’yi bitkin şekilde Hébuterne’e yaslanmış, çaresiz şekilde bulur, doktor çağırılır. İleri derecede tüberküloz menenjit olduğu ortaya çıkar. 24 Ocak 1920 tarihinde henüz 35 yaşındayken hayata gözlerini yumar.
Amadeo Modigliani Paris’in neredeyse tüm sanat çevresinin katıldığı büyük bir cenaze töreniyle uğurlanır.
Bekle beni aşk…
Büyük aşkı Jeannee Hebuterne ise, bu ölüme ancak 2 gün dayanabilir. İkinci çocuğuna hamile olan Hebuterne, Amedeo olmadan yaşamak istemez. Ailesinin evinin 5. kat penceresinden atlayarak intihar eder. Öfkesi dinmemiş olan Hébuterne ailesi, iki aşığı mezarları başında da ayırır. Ta ki 1930 yılına kadar. Sonunda, Jeanne’ın mezarının Modigliani’nin yanına taşınmasına izin verirler.
15 aylık olan küçük kızlarını, Modigliani’nin kız kardeşi evlat edinir. Büyüdüğünde annesini affetmiş midir? Bilinmez. Kim bilebilir belki de onların eşsiz aşklarını nereye giderse gitsin yanında hissediyordur.
Jeanne Modigliani 1958 yılında Modigliani: Man and Myth ( Adam ve Efsane) adında babasını anlatan bir kitap yazmıştır.
Doğmamış çocuklarıyla birlikte sonsuza dek beraber uyudukları mezar taşlarında;
Modigliani’nin “Mutluluk ve şöhret anında ölüm tarafından yakalandı”, Hébuterne’ninkinde ise “Sıradışı fedakarlığa dek sadık bir eş” yazmaktadır.
Şimdi sizlere soruyorum; “Aşk, kendi hayatınızdan daha kıymetli olabilir mi?”
Yazı: Yasemen Çavuşoğlu
Yazı ve Fotoğraflar: Yasemen Çavuşoğlu
Karanlığa Selam: Karanlık Eserleriyle Sanata Işık Tutan Ressamlar | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Gizemleriyle Leonardo Da Vinci | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Sevdalı Kadın: Tomris Uyar | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Kusurların Mükemmeliği: Wabi-Sabi & Kintsugi | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Kübizm: Sanatın Bilime İntikali | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Yorumlar (1)
Ayşe Altay
Tabii ki. Zaten ask hayattir.Yorum yapmak için tıklayın