Usta sanatçıların retrospektifleri kıymetlidir. Sanatçının kariyeri boyunca ürettikleri bir arada sergilendiğinde, sanatının farklı evreleri, zamanla gelişimi gözler önüne serilir. Bu bağlamda büyük müzeler usta sanatçıların retrospektif sergilerini yapmak için yarışır iken Tate Modern Müzesi farklı bir yol izliyor. “Picasso 1932 –Love, Fame, Tragedy / Picasso 1932 – Aşk, Şöhret, Trajedi”, adından da anlaşılabileceği gibi Pablo Picasso’nun hayatının tek bir senesi üzerine kurulu. Sanatçının 100’den fazla sayıda resim, heykel ve çizimleri, aile fotoğrafları eşliğinde Tate Modern’de sergileniyor. Bu kapsamlı anlatımla, Picasso’nun özel hayatı da gözler önüne seriliyor. Bir sanatçı olarak ilk solo sergisine hazırlandığı, bir eş olarak evliliğinde sorunlar yaşadığı 1932 senesindeki duygu çalkantılarının Picasso’nun sanatına yansımalarını görmek, hayatı boyunca ürettiği eserlerin tümünü görmekten daha anlamlı oluyor bir şekilde. Bu yenilikçi sergi bir yandan da sanatçının Tate Müzesi’deki ilk solo sergisi olma niteliğini taşıyor.
Bu benzetme aslında Picasso’nun kendisine ait. Dahi sanatçı ‘Resimler, tamamlanmış veya tamamlanmamış, benim günlüğümün sayfaları gibidirler’ diyor. 1932’nin uğruna Tate’in bir sergi adayacak kadar sanatçının kariyerinde önemli bir sene olmasının sebebi ise aşk, ün ve trajedi üçlemesini bir arada yaşaması ki serginin ismi de buradan geliyor. Hissettikçe üreten Picasso için bu hareketli 1932 senesi yaratıcılığının ve üretiminin de tavan yaptığı bir sene oluyor. Bütün bu duygu cümbüşünü bir senede yaşatan ne peki? Tabii ki bir gönül macerası. Picasso’nun pek çok evliliği ve sevgilileri olduğunu bilenler için bu gayet ön görülebilir olsa gerek.
1932 senesinin haziran ayında Picasso’nun ilk retrospektif sergisi gerçekleşiyor. Pek çok sanatçıya nasip olmayacak kadar genç yaşta değeri anlaşılan Picasso bu sergi ile birlikte ilk defa tam anlamıyla şöhreti tadıyor. Senenin geneline yayılan ‘şöhret’ kavramı serginin ana temalarından da biri oluyor.
Tate Modern’de sergilenen resimlerin arasında bu ilk retrospektifte yer almış olan eserler de var. Pek çok farklı tipte resim var ama 1932 senesinde üretilmiş olan eserlerin ana kahramanı kıvrımlarıyla ve duruşlarıyla şehvetli bir kadın modeli. Aslında kız demeliyiz çünkü bu portrelerin öznesi Picasso’nun 1927 senesinde tanıştığında daha 17 yaşında olan uzun süreli sevgilisi Marie-Thérèse Walter. Serginin en ihtişamlı en çok dikkat çeken eserlerinin merkezinde bu kız var.
Bunun yanında Tate Modern’deki sergide Picasso’nun eşi Olga’nın da bir portresine yer verilmiş. 1932 senesinde onun hiç bir portresini yapmadığından olsa gerek “Olga in an Armchair / Olga Koltukta” adlı yağlıboya çalışması 1917 senesine ait. Resimdeki esmer kadın bildiğimiz Picasso’nun uçuşan çizgileriyle ve canlı renkleriyle değil, klasik dönemlerdeki portrelerdeki gibi daha gerçekçi bir üslupla resmedilmiş. En az o kadar dikkat çekici olan ise diğer resimlerdekinden farklı olarak bu kadının ciddi ve mesafeli duruşu. Sergideki yine eşi Olga’yı tasvir ettiği bilinen diğer resmin isminin “Woman with Dagger/ Hançerli Kadın” olduğu düşünüldüğünde buna çok da şaşmamak lazım.
Eski bir balerin olan Olga Khoklova, oğlu Paulo Picasso’nun da annesi. Buna rağmen sanatçının bu senelerdeki başlıca çalışmalarının hemen hemen hepsinde Marie- Thérèse ‘nin izleri görülüyor. Bundandır ki bazılarına göre Picasso’nun gönül maceralarının arkasında yatan sebep de tamamen sanatsal: ilham arayışı.
Serginin ilk odasında ocak ayında resmedilmiş bir resimle Marie-Thérèse ilk olarak karşımıza çıkıyor. “The Dream / Rüya” kırmızı bir koltukta uyuklayan, elbisesi omzundan sıyrılmış, ellerini anlamlı bir şekilde kucağında kavuşturmuş, kıvrımlı hatlara sahip ve her detayıyla davetkar bir kadının portresi. Yana eğilmiş olan baş kimine göre bir kalp kimine göre de erkeklik organı şeklinde resmedilmiş. Cildinin rengi ise Marie-Thérèse’nin sergideki diğer portrelerinde de göreceğimiz lavanta tonunda. Olga’nın koltuktaki resmi ile Marie-Thérèse’ninkinin ressamlarının aynı olduğuna inanmak dahi zor.
Mart ayına geldiğimizde Marie-Thérèse’yi bu sefer bir mavi fonun önünde uyuklar buluyoruz. Sevgilisi onu arka planda Helenistik hatlarını sergileyen bir büst ve üzerine doğru sarkan bir ev bitkisi ilke birlikte resmediyor. Yaz ayları geldiğinde ise deniz kenarında elinde bir su topu ile çıkıyor karşımıza. Kaslı vücudu genç kızın sporcu yanını ortaya koyuyor. Genç kızın bu spor merakı da serginin ismindeki üçlemenin sonuncusu olan, 1932 senesinin trajik olayına sebep oluyor. Aralık ayı geldiğinde, Picasso denizde boğulan bir kızı kurtardığını resmediyor birkaç sefer. Öğreniyoruz ki Marie-Thérèse gerçek anlamda boğulmuyor fakat nehirde yüzerken Picasso’nun resimlerinde gördüğümüz altın sarısı saçlarını kaybetmesine sebep olacak kadar ağır bir hastalığa yakalanıyor.
Sergi aralık ayındaki bu trajedi ile sonlansa da Marie-Thérèse ile Picasso’nun ilişkisi böyle bitmiyor. Daha sonra Maya adında bir kız çocukları olan çiftin macerası, altmışlı yaşlardaki Picasso’nun yeni sevgilisi fotoğrafçı Dora Maar kadraja dahil olunca son buluyor.
Yazı ve Fotoğraflar: Selen Sarıoğlu Süloş
Sanat Dünyasının Pandemiyle İmtihanı | Yazan Selen Sarıoğlu Süloş
Işığın ve Umudun Ressamı Hilma af Klint | Yazan Selen Sarıoğlu
Guggenheim Müzesi’nde Danh Vo’dan Nefes Kesen Bir Sergi | Yazan Selen Sarıoğlu
Baselitz’in Başaşağı Duran Figürleri Beyeler Müzesi’nde | Yazan Selen Sarıoğlu
Almanya’nın Asi Sanatçısı Anselm Kiefer, New York Met Breuer Müzesi’nde | Yazan Selen Sarıoğlu
Yorum yapmak için tıklayın