Ahlat Ağacı, Babalar ve Oğullar | Yazan Ayca Güney

Ayca Güney

6 yıl önce

Kış Uykusu’ndan tam 4 yıl sonra, Nuri Bilge Ceylan yine bir Cannes dönüşü, Ahlat Ağacı’yla bizlerle... Bu kez ödülsüz ama ülke sinemasına katkısından dolayı, beklentimiz büyük. Aynı zamanda Cannes’daki gösterimi sırasında dakikalarca ayakta alkışlanan bir film ne kadar kötü olabilir ki?



Murat Cemcir ile Doğu Demirkol'un rol aldığı Ahlat Ağacı, Ceylan'ın iki komedyene başrol verdiği ilk film olma özelliğini taşıyor. Ahlat Ağacı’nda, Murat Cemcir ve Doğu Demirkol’un yanısıra, Bennu Yıldırımlar, Tamer Levent, Serkan Keskin, Ercüment Balakoğlu, Hazar Ergüçlü, Kadir Çermik, Kubilay Tunçer ve Ahmet Rıfat Şungar da oynuyor.

Senaryosunu Akın Aksu, Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan’ın yazdığı filmin görüntü yönetmeni ise Ceylan’ın pek çok filminde birlikte çalıştığı Gökhan Tiryaki.

Nuri Bilge Ceylan, filmin basın toplantısında senaryosunu Ebru Ceylan ve Akın Aksu ile birlikte yazdıkları filmde Murat Cemcir’in oynadığı baba karakterinin aslında Akın Aksu’nun babası, yani gerçek bir karakter olduğunu anlatıyor. “Akın’ın babası çok değişik bir adamdı, yaşadığı çevrede çok onay görmeyen, aslında ezber bozan bir düşünce şekli olmasına rağmen takdir görmeyen bir insandı. Biraz babamla da benzer bir durum yaşandığı için hüzünlendirici bir tarafı da vardı. Akın’dan babasıyla ilgili hatırladıklarını, çocukluğuyla ilgili şeyleri yazmasını istedim. Üç ay sonra bir mail gönderdi, 80 sayfalık bir metin yazmıştı. Ama o kadar kolay okunuyordu ki hemen okudum ve bu filmi çekmeye karar verdim. Filmin merkezine de Sinan’ı koydum ve babasını onunla olan ilişkisi üzerinden anlatmayı tercih ettim.”



“Ahlat Ağacı” Nuri Bilge Ceylan’ın en çok diyaloğa yer verdiği filmi diyebiliriz. Filmde çok felsefi konuşmalar ve alıntılar var. Nuri Bilge Ceylan bununla ilgili; “Bu sinema için çok büyük risk aslında. Filmin beni en çok korkutan tarafı buydu. Çünkü çok edebi ve felsefi konuşmalar itici de durabilir. Entelektüel insanlar bir araya geldiklerinde çok alıntı kullanıyorlar. Benzer şekilde düşünen insanlar bir bakıma aile aslında. Filmde, Sinan karakterinin yazarla ve imamlarla bir araya geldiğinde alıntıları kullandıkları bir diyaloğunun olmasını istedim. Çünkü birbirini alt etmeye çalışan insanlar genellikle otoriteleri ve bu konuda laf etmiş başkalarını da yardıma çağırmak isterler. Kış uykusunda bunu denemiştik ama bu filmde daha çok alıntı vardı. O diyalogları daha kabul edilebilir kılacak jestler, mimikler ve detaylar yaratmaya çalıştık. Rahatsız edici tarafları bir şekilde törpüleyecek metodlar ürettik.” diye anlattı.

Gündelik sorunların ve hayal kırıklıklarının telaşı içinde, kişisel sorumluluğun teması, özellikle de Sinan'ın (Aydın Doğu Demirkol) zayıf babası İdris’le (Murat Cemcir'in resmettiği) ödevi yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Sinan doğduğu köye dönüyor, otobüsten iner inmez, elindeki diplomayla, babasına altın parası ödünç veren bir kuyumcuya çarpıyor ve film başlıyor. 20'li yaşların başlarında oynamak zorunda olduğumuz hayat kumarı, filmin dolambaçlı sokaklarında ilerliyor.

Üniversiteden mezun olduktan sonra, büyüdüğü yer hakkında muğlak duygularla geri dönen Sinan (Aydın Doğu Demirkol), pek çok yazar için olduğu gibi, evinden uzaklaştığı zaman, hayal gücü ile evcilleştirilen ve dönüştürülen zaman içerisinde görünüyor. Aslında geri dönmek ona tüm yaralarını hatırlatmaya başlıyor. Bir köylü çocuğu olan İdris (Murat Cemcir), okuyarak sınıf öğretmeni olur. Anadolu’yu köy köy gezer. Çok şeyler yapabileceğini sanır başlangıçta. Ama değeri bilinmez. Ne gittiği yerlerdeki insanlar ne de onu gönderenler öğretmene değer vermezler. Şehrin her yerine borcu olan bir kumar bağımlısıdır; onun bağımlılığı ailesini yoksulluk sınırında tutar. Karısının (Bennu Yıldırımlar) tüm bunlarla birlikte evini ayakta tutması gerekir. Ayrıca İdris, evin yanında küçük bir toprak parçasına sahiptir, ve orada bir su kaynağı bulunduğunu kafasına takar, bu yüzden bir kuyu kazarak, suyu bulmayı umar. Bu zorlu arayış, yazarın hayatından farklı değildir. Film Sinan'ın hayal kırıklıklarının çeşitli yönleriyle hareket ederken, yavaş yavaş babasına yönelik öfkesine iniyor. İdris, otoritesini evde savunan ve tutkulu bir şekilde köpeğini (hikayedeki önemli bir oyuncu) onu yargılamayan tek canlı yaratığı sevmekte olan bu şiddetsiz adam, kendinden çok daha fazlasını temsil ediyor gibi görünüyor. "Türkiye'de hayatta kalmak için adapte olmanız gerekiyor," ancak İdris bunu yapamıyor. Peki Sinan yapabilecek mi?



Sinan, kitabının basımına sponsor olması için gittiği belediye başkanının masraflarını karşılaması için, kamu parası alamayan, şehirde çalışan bir inşaatçıyı görmeye gittiği, insanın büyük bir okuyucu olması gerektiğine inandığı bir başka ironik sahnede seyirci sempati duymak zorunda bırakılıyor. Yerel yönetimlerin “kültürel faaliyetlerine” acımasız bir gönderme. Sinan oraya vardığında, korkunç gerçekleri anlıyor. İnşaatçı, edebiyat sponsoru olmakla ilgilenmiyor, basitçe birkaç yerel tarih kitabı satın aldı çünkü belediye başkanından kârlı hükümet sözleşmeleri istiyordu. Bu sahnenin can sıkıcı hayal kırıklığı ve gergin nezaketi bir sevinç gibi sunuluyor.

Filmde Sinan’ın bir zamanlar aşık olduğu ve muhtemelen yine de güzel bir genç kadın olan Hatice (Hazar Ergüçlü) karşımıza çıkıyor. Hatice ile karşılaşması nefes kesici bir şekilde iyi: ruh hali değişimleri ve sesleri mükemmel bir şekilde yönetiliyor. Afişlerde de yer verilen o şahane ışık, renk ve perspektifte ellerini göğsüne kavuşturmuş, Sinan’ı ayağına çağırıp bekleyişi unutulmaz bir görüntü. Hatice, Sinan’ın huysuzluğu hakkında dalga geçiyor; evliliğe yakın bir teslimiyet gibi görünen şey hakkında onu kızdırıyor. Sinan, hala onun rakibi ile birlikte olduğunu düşünüyor, ama bu doğru değil. Onların yoğun içsel konuşmaları büyüleyici bir gerçekliğe sahip. Hazzı erkeğe kendi isteğiyle sunarken, ısırarak onu yiyip yutabilme gücünü de gösteriyor. Diğer yanıyla Sinan’a adam olabilseydin de seninle evlenseydim cezasını veriyor.



Filmde bazı çarpıcı görüntüler var: özellikle karıncalarla kaplı bir bebeğin görüntüsü, karıncalarla kaplı bir yetişkininkiyle geliştiriliyor.

Sinan’ın ünlü bir yazar Süleyman’ın (Serkan Keskin) Çanakkale’deki bir kitapçıda farkına vardığı ve öneride bulunup tavsiye almayı düşündüğü bir başka görkemli sahne daha var. Dikkatli bir şekilde, Sinan’ı dinleyen Süleyman'ın sadece edebi kuruluşun tüm küçük iyilikler ve ikiyüzlülüklerini iğnelemek istediğini ortaya koyuyor. Dayanıklılığın ötesinde, hareket etmeye çalışan Süleyman, sonunda harekete geçmek için çığlık atıyor seyirci tam olarak nasıl hissettiğini görebiliyor. Kitap dükkanından çıkıp, yüksek sesle bir köprüde öfkeli bir şekilde konuşmaya devam eden Sinan, aşırılıklarıyla suçlanıyor ve Sinan da yazarı "satın alınmayı bekleyen bir köle" olmakla suçluyor. Diyalog, bir sel içinde akla yatkın bir anlam taşıyormuş gibi akıyor ve bu anahtar sahnede neyin söz konusu olanın, sanatsal özgürlükle ilgili olduğunu anlamak için biraz düşünmek gerekiyor.



Sinan’ın annesinin (Bennu Yıldırımlar) yaşlı babası, çeşitli görevler için ödenmemiş bir ikame olarak kabul edilen genç görevlinin kullandığı ve daha çok sömürülen emekli bir imamdır. Sinan, elmaları çalan ve yerel imam (Akın Aksu) 'yla karşılaştığında, dostun eski imamın yaşlı dedesinden ödünç aldığı altınlar hakkında ipucu veriyor. Bu hızlı konuşulan sahne, İslam'ın Türk yaşamındaki artan rolüne dair inandırıcılığını sürdürüyor, ortada da Sinan bırakılıyor. Işığı olmayan evdeki mum, umut alevi gibi...

Filmin son sahnesi, eski ve yeni nesiller arasındaki çatışmayı iki şekilde, daha iyi ve daha kötü bir şekilde çözüyor ve izleyiciler hangi sonun gerçek olduğunu ve bir rüya olduğunu seçebiliyor.



1 Haziran’da Türkiye’de vizyona giren “Ahlat Ağacı”, hayata kafa yoran, yaşamla anlam derdi olan her insanın zihninde yeni kanallar açabilecek bir film olarak kesinlikle izlenmeye değer. Ahlat Ağacı, Nuri Bilge Ceylan'ın hassas, insancıl, gerçekçi bir dille yapılmış ihtişamlı bir filmidir. Film, çocukluk ve anavatan fikrinin telaşsız, elverişli bir adresi ve her ikisine de dönmenin ne kadar acı bir tada sahip olduğu gerçeğini yüzümüze vuruyor. Yavaş ve şaşırtıcı diyaloglarla süren, Ahlat Ağacı deneyim, aile, felsefe, din, siyaset ile bağlanmış uzun bir romana (Sinan tomurcuklanmak isteyen bir yazar) dalmaya benziyor ve içerisindeki bulmacalarla devam ediyor. Film uzun olmasına rağmen son ana kadar hikayenin birçok parçasını bir araya getiriyor ve kimliğiyle baş kaldıran genç bir adamın klasik kapanışını sunuyor.

Not: Görseller, nbcfilm.com adresinden alınmıştır.

Yazan: Ayca Güney

Yazı ve Fotoğraflar: Ayca Güney

Paylaş:


Yorum yapmak için tıklayın

Diğer Yazıları

bir yıl önce

Cumhuriyetin 100. Yılına Saygı Duruşu, Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi | Yazan Ayca Güney

3 yıl önce

Ben-Sen-Onlar: Sanatçı Kadınların Yüzyılı | Yazan Ayca Güney

5 yıl önce

Akbank Sanat'ta, Theo Eshetu’nun Yüzler ve Yerler’i | Yazan Ayca Güney

5 yıl önce

Rus Avangardı | Sanat ve Tasarımla Geleceği Düşlemek | Yazan Ayca Güney

6 yıl önce

4. İstanbul Tasarım Bienali’nin Ardından | Yazan Ayca Güney

En Çok Okunanlar