Sen plan yaparsın,
Evren ise gülümser…
Sen olmaz bu kadarı dersin,
Hayat ise bir süre kendini askıya alır…
Tam da böyle zamanlardan geçerken, hayatın, nefes almanın, güzelliklerin, ailenin ve dostluğun, biten aşkların ama gelecek umutların değerini anladığımız şu günlerde biz evlerimizde dursakta, gökyüzü hareketlerine, astroloji ise döngüsüne devam ediyor…
Hayatın güzelliklerine düşkün Boğa burcu… Nisan ayının tam ortasında, gökyüzünün hedefi konumunda. Sakin ve güvenilir yapıları ile tanınırlar, tabii uzaktan davulun sesi hoş gelir misali tepeleri atarsa hiç laflarını esirgemezler.
Değişiklikten hoşlanır; ün, şöhret, maddiyat gözlerini yerinden fırlatır. Ee hal böyle olunca bu burca en iyi örnek, egzantrik giyim tarzı, aykırı davranışları ve sözleri, eserlerindeki ilginç tekniğiyle; Salvador Dali’den baskaşı olması düşünülemez.
Eğer dünyanın tamamı bir sahneyse, bu sahnede yürümüş en büyük sanatçılardan biri de Salvador Dali olmalı. Yaptığı her şey hayran bırakmak, hayrete düşürmek ve eğlendirmek üzere hesaplanmıştır…
Görünüşü bile giysiden ziyade kostüme yakındı. Hatırı sayılır bir şekilde uzayan ve uçları incecik olsun diye mumlanan bıyığını ele alalım ya da üzerleri altın nakışla kaplanmış parlak renkli kadifelerden yapılan giyisilerini.
Maskesinin arkasında gerçek bir adam var mıydı? Bu soru akıllara gelir ilkin. Bu kadar farklılıkları görünce gözler ya deli der, ya avare... Oysa ki Dali’nin küçük yaşta yaşadığı derin darbelerin kalıntısıdır belki o maskenin altında yatan…
Dile kolay altı yaşında, menanjitten ölen erkek kardeşi ve onun yerine üç sene sonra aynı isimle dünyaya gelmiş olan Salvador Dali.
11 Mayıs 1904 tarihinde İspanya’da dünyaya geldi. Yeni bir bedende ama reenkarnosyona uğramış bir halde…
Ailenin acısı büyük, unutuyamıyor, özlemleri geçmiyor… Ufacık beden doğar doğmaz aynı isimle yaşama ‘Merhaba’ diyor. Bu da yetmezmiş gibi tıpa tıp benzerlikte ki kardeşinin, yaşayan bir aynası gibi.
Kimse benzerleri ile yaşamaktan hoşlanmaz lakin boğa burcu, kopya edilmeye hiç gelemez. Kendi gibi olur ama kendi gibi olanlara da farklılığını ispata girer. Var gücüyle çalışır, çabalar. Eninde sonunda başarırlar…
Dali’nin de o yaşlarda tek gayesi buydu, kendini kanıtlama… Dikkat çekmek için yaptığı histeri krizleri, teatral hareketler olsun, ailenin ilgisini çekmek için çırpınan bir beden, sonunda ise ortaya çıkan despot bir karakter.
Kız kardeşinin doğması bile onda en ufak bir değişiklik yapmadı. Hamuru mayalanmıştı artık, istediğin kadar yoğur… Maya aynı maya olacaktı.
Boğa burcu, Venüs’ün güzelliğine hayran… Dünya’nın nimetlerine susamış yapıları ile daha fazlasından hoşlanırlar, bu da onları dışarıdan bakana maddiyatçı gerçekte ise özenli yapar. Onları adanmış bir yaşama sürükler…
Duygusaldırlar, bir gün o özel kişiyle karşılaşırsa yolları, Romeo ve Juliet kıskanır romantik tavırlarını…
Dali’de öyleydi… Belli etmeyen, belki içten içe ağlayan ama çocuk yaşta kara kalemi eline alması ile gün yüzüne çıkan yeteneğiyle, duygularını ilk self-portresi “Hasta Çocuk“ adlı çalışmasıyla aktaran, duygusal çocuktu.
1920’li yılların başında, gençlik başında duman, her türlü eyleme katılan ancak anarşist hareketleri nedeniyle okuldan atılan ve bir süre tutuklu kalan Dali, daha sonra okula tekrar kabul oldu. Lakin hazin son onu 1926’da, okul hayatından tamamen men etti ve atıldı.
“ Ya çayırda otlayan bir kuzu gibi gevşemiş,
Ya da boğa güreşindeki bir boğa gibi coşkulu…”
Boğa insanına gösterirseniz kırmızı rengi, koşun arkanıza bakmadan bir ileri, bir geri…
Ufacık yaşında çıktığı bu yolculuk, onu sanat yolunda empresyonist ve realist ressamlara kadar uzanan daha sonrasında Kübizm’de keşfetmesiyle devam eden bir serüvene bıraktı. Hayat, ona tesadüfleri altın tepsiyle sunmaya devam ediyordu. Paris’te Picasso, Londra’da Stefan Zweig ve Sigmund Freud ile kesişen yollar…
Entel bir ortama giren Dali’de burcundan nasibini almış bir şahsiyet olarak değişime hemen ayak uydurup, ağzından hiç düşürmediği piposunu rafa kaldırdı, uzun saçlarını da arkaya briyantinledi. İçten dışa değişimi, girdiği ortam ile yenilendi.
İspanya İç Savaşı’ndan kaçmış fakat Dünya savaşına yakalanmış. Yağmurdan kaçarken, doluya tutulmuş misal bütün dünyayı gezdi.
Hedefleri doğrultusunda ilerlemeyi ve bu doğrultuda her şeyi yerine getirme kapasitesine sahip boğa insanı gibi, Dali’de önce edindiği Sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanmıştı. Oysaki o dönüşmüyordu, değişiyor, yenileniyordu.
Baktığını herkes görür, ama ne gördüğünü herkes farklı algılar. Salvador Dali’nin en ünlü yapıtı; ”Belleğin Azmi” (1931), bize bakarken eriyen saatleri anımsatır. Dali için onlar; “ Sıcak güneşin altında eriyen bir peynir…” olarak dile gelmiştir.
‘’Yanan Zürafa’’ adlı, 1937’de yaptığı eseri; “ Erkeksi Kozmik kıyamet canavarı “ ise bulunduğu toplumun, hatalarını ve zayıflıklarını anlatmak ister..
Güçsüze tahammülü olmayan, ama düşeni de yerden kaldıran boğa insanı, hayatında yanlışlara yer vermek istemez. Hata yapılır ama bir ikincisi bilerektir onun da affı olmaz.
Sanat tarihinde şaha kalkmış bir at varsa, biliniz ki orada güç, kudret ve cesaret var demektir. Salvador Dali; “ Aziz Antonius’un Baştan Çıkarılışı “ (1946) adlı çalışmasıyla, bunu gözler önüne serer.
Boğa insanı da öyledir… Güce tapmaz ama cesaret karşısında şapka çıkarır. Salvador Dali, her yönüyle akılda kalır, zihni sorgulatır.
Kadınları “ Erotik canlılar “ olarak gören sanatçı, ilk başta onlara karşı ilgisiz davrandıysa da, her şey bir gece katıldığı bir davette Gala’yı görünce değişir. Ateş bacayı sarar, sözler derman olamaz yüreğine. Yasak gibi gözüken ne varsa yıkıp atmak ister. Çünkü Gala, yanlız değildir yanında eşi vardır…
Kaçanı kovalamayı sever bir boğa, fakat yasaksa o aşk!... Yasak elmayı bırakır; Adem ile Havva’ya.
Dali, Galası’ndan vazgeçmeye niyetli değildi… Sonra mı ne oldu?
Bir kaç ay sonra… Belki kaderin ağları, belki şeytan tüyü, büyük aşk başladı. Peşi sıra gelen mutluluk demeti; önce birlikte aynı evde yaşamaya, daha sonra evlilikle taçlandırmaya kadar devam etti.
Gala, Dali için; bir aşk, bir arkadaş, esin perisi… Her şey’in ötesi, “ Varlığının yöneticisi “ oldu. Bu aşkta böylece tarihe damgasını vurdu.
Boğa insanı, doğru kişi için güvenilir ve adanmış bir sevgilidir. Kimisi yükselenden etkilenir, kimisi mars ile mücadele eder. Evrende ne olur bilinmez, yaşanan yaşanır, geriye bize bu aşkları okumak kalır.
Boğa burcunda doğmuş, adını tarihe kazımış, diğer üstadlardan da kısaca bahsetmek isterim;
Mesleği yüzünden “Le Douanier“ olarak bilinen Naif ressam; Henri Rousseau.
Dadaizm ve sürrealizm akımlarının önemli temsilcilerinden, essam ve heykeltraş Joan Miro.
Türk Performansına damga vuran, 80’li ve 90’lı yıllarda şiirler yazmış, gazetelerde sanat eleştirmenliği dahi yapmış. Büyük sanatçı, Türk Kadını’nın medarı iftarı; Şükran Moral.
Türk edebiyatı’nı etkileyen bir figür olan Sabahattin Ali diyor ki; “ Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektir…”
Ümidimizi kaybetmeyelim, bügüne şükür, yarınlara umut dolu başlangıçlar için sağlıkla kalalım…
Yazı: Yasemen Çavuşoğlu
Yazı ve Fotoğraflar: Yasemen Çavuşoğlu
Karanlığa Selam: Karanlık Eserleriyle Sanata Işık Tutan Ressamlar | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Gizemleriyle Leonardo Da Vinci | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Sevdalı Kadın: Tomris Uyar | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Kusurların Mükemmeliği: Wabi-Sabi & Kintsugi | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Modigliani ve Ebedi Aşkı Jeanne | Yazan Yasemen Çavuşoğlu
Yorum yapmak için tıklayın