İnsanların birbirine vicdanının sesini dinleyerek yaklaşmasının yüceliği ve gerekliliği… Bu kavram yüzyıllar boyunca farklı kültürlerde dile getirilmiş, özellikle de Rus edebiyatında güçlü bir şekilde işlenmiş. Üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hala en atlanılan, var olduğu zaman da az önemsenen bir insani özellik olarak duruyor vicdan. Oysa vicdan, insanoğlunun en temel ve en kıymetli ayırt edici niteliği; gücü, zekâyı, beceriyi ve hatta güzelliği anlamlı kılan içsel pusula. Dostoyevski’nin romanlarında defalarca karşımıza çıkan bu tema, insan ilişkilerini ve toplumsal yaşamı bir arada tutan en sağlam harç.
Fyodor Dostoevsky, The Idiot,1913, The Macmillan Company
“Bu dünyayı vicdan kurtaracak.” diye dilimize yerleşmiş ifade aslında Dostoyevski’nin doğrudan bir cümlesi değil; onun eserlerinden süzülen ahlaki düşüncenin özeti. Aynı şekilde Budala’da geçen Prens Mışkin’in “Dünyayı güzellik kurtaracak.” sözü de Dostoyevski’nin “fiziksel güzellik”e methiyesi değil; iyiliğin, sevginin, ruhsal ve ahlaki güzelliğin kurtarıcı gücüne işaret eder. Bugün kuaför ve güzellik salonlarının bu cümleyi reklamsal bir mecaza indirgemiş halini görüyoruz; “güzellik” kelimesi fiziksel anlamda slogana dönüşürken, asıl bağlamı ve derinliği kayboluyor.
Soljenitsin’in Yorumu: Bir Kehanet mi?
Bu cümlenin yalnızca Budala’daki Prens Mışkin’e atfedilmiş bir replik olmadığını, 20. yüzyılda yeniden yorumlandığını hatırlamak önemli. Aleksandr Soljenitsin, 1970’teki Nobel Edebiyat Ödülü konuşmasında bu söze atıf yaparak şöyle sorar: “Hakikat ve İyilik bastırılıp yok edilse bile, belki de Güzellik’in beklenmedik ve özgür filizleri yine de yol bulur, yükselir ve onların işlevini üstlenir. O halde Dostoyevski’nin ‘Dünyayı güzellik kurtaracak’ sözü bir rastlantı değil, bir kehanet olabilir mi?”
Aleksandr Soljenitsin
Soljenitsin’in de altını çizdiği bu “güzellik”, görünüşe değil, hakikat ve iyiliğin iç içe geçtiği bir ruhsal güzelliğe işaret eder. Burada vicdan ve ahlak arasındaki bağ da net biçimde görünür hale gelir: vicdan bireyin içindeki sessiz pusuladır; ahlak ise bu pusulanın toplumsal kurallara ve davranışlara yansıyan biçimidir. Vicdan olmadan ahlak kuralları kuru bir norm haline gelir; ahlak olmadan vicdan bireysel bir duygudan öteye geçemez. Birlikte olduklarında ise hem bireyi hem toplumu yönlendiren gerçek bir güç ortaya çıkar.
Türkiye’den Vicdan Sesleri
Bu unutulmaya yüz tutmuş yücelik, yalnızca Rus edebiyatının sayfalarında kalmış bir düşünce değil. Türkiye’de de farklı disiplinlerden düşünürler vicdanın toplumsal hayattaki yerine dikkat çekiyor. Vicdan sadece bir duygudan öte ahlakın toplum içinde hayata geçme biçimi. Değerlerle, etikle ve sorumlulukla beslendiğinde insanın davranışlarına yön verir; aksi halde yalnızca bir duygusal refleks olarak kalır.
Filozof İoanna Kuçuradi, vicdanın kendiliğinden “iyi” kalmadığını, bilinçle ve değerlerle beslenmesi gerektiğini vurgular: “Vicdan nasıl beslenirse öyle olur; değer yargılarıyla doldurursanız o vicdana zarar verirsiniz.” Bu ifade, Dostoyevski’nin “vicdan” temasının modern bir yorumu gibidir: vicdan sadece doğuştan değil, insanın kendi çabasıyla şekillendirdiği bir yön belirleyicidir.
Siyaset bilimci Ahmet İnsel de toplumsal krizi açıklarken bireysel vicdanın aşınmasına dikkat çeker: “Bir toplum ‘bunalmış’ hale gelmişse bu yalnızca ekonomik veya politik krizlerle açıklanamaz; aynı zamanda etik reflekslerin, vicdanın aşınmasıyla da ilgilidir.” Bu görüş, bugün savaşlar, göçler, krizler arasında “toplumsal vicdan”ın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır.
Sosyolog Nilüfer Göle ise kamusal alanda birlikte yaşamanın, başkasının farklılığına saygı ve empati göstermenin önemine sıkça değinir. Göle’nin “kamusal alanın çoğulluğu” vurgusu, vicdanın sadece bireysel bir iç ses değil, ortak yaşamın zemini olduğunu gösterir: “Çoğul bir kamusal alan ancak birbirimizin farklılıklarına saygı duyarak ve empati kurarak var olabilir.”
Kişisel Bir Tanıklık: Sanat Terapisi Eğitimi ve Dostoyevski
Bu temanın güncelliğini kendi eğitim deneyimimde de gördüm. Haliç Üniversitesi’nde aldığım Sanat Terapisi eğitiminde değerli hocalarımız sıkça vurgulamıştır: modern psikiyatri literatüründe özellikle Dostoyevski’nin eserlerinin ayrı bir yeri vardır. Çünkü insan ruhunu, vicdanın sancılarını, suçluluk ve kurtuluş arayışını derinlemesine ve çok boyutlu şekilde işleyen romanlar hala Dostoyevski’nin romanlarıdır. Bu vurgu, vicdanın yalnızca felsefenin değil, psikoloji ve sanatın da merkezinde olduğunu hatırlatıyordu.
2025’in Krizleri Arasında Vicdan
Bugün Türkiye’de ve dünyada yaşanan savaşlar, göçler, ekonomik krizler ve toplumsal kutuplaşmalar vicdanın ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ukrayna’da bombardımanlardan kaçan siviller, Gazze’de enkazdan çıkan çocuklar, Sudan’da açlıkla mücadele eden anneler, Afganistan’da eğitim hakkı için gizli gizli okula giden kızlar… Her birinin hikayesi bir başkasının vicdanlı davranışına bağlı.
Bazen bu vicdan bir doktorun, bir öğretmenin, bir gönüllünün ellerinde; bazen bir sınır görevlisinin, bir gazetecinin, bir bağışçının kararında somutlaşıyor. Türkiye’de de deprem sonrası dayanışma, sosyal medyada örgütlenen yardım kampanyaları, sokak hayvanlarını besleyen insanlar, bir çocuğun yüzünü güldürmek gibi küçük jestler vicdanın hala var olduğunu hatırlatıyor. Ama aynı zamanda nefret söylemi, yabancı düşmanlığı, linç kültürü, işyerlerinde mobbing gibi örnekler de vicdanın ne kadar kolay unutulduğunu gösteriyor. Bütün bu çelişkiler bize şunu söylüyor: vicdan bir “lüks” değil, bireylerin de toplumların da hayatta kalma mekanizması.
Yapay Zekâ Çağında İnsan Olmak
Bu tabloyu yapay zeka tartışmalarıyla yan yana koyduğumuzda Dostoyevski’nin uyarısının ne kadar güncel olduğunu görüyoruz. Yapay zeka algoritmalar öğreniyor, sınıflandırıyor, taklit ediyor; hukuki metinler yazıyor, sanat eserleri üretiyor, duyguları simüle ediyor. Ama “ne yapmalı?” sorusuna ahlaki bir cevap veremiyor. Kararları matematiksel ağırlıklara, olasılıklara dayanıyor; değer yargılarına değil. İnsan ise kendi vicdanıyla bu soruyu sorabilir ve cevabını kendi içinde arayabilir.
Eğer bu ayırt edici özelliğimizi kaybedersek; Dostoyevski’nin sözlerini estetik bir slogana indirger, “güzellik” ya da “verimlilik” adına vicdanı toprağın altına gömersek, asıl kurtarıcı gücü elimizden kaçırmış oluruz.
Çağımıza Sesleniş: Vicdanı Yüceltmek
Bugünün Türkiye’sinden ve 2025’in dünyasından bakınca, Dostoyevski’nin bu iki cümlesi birleşip bize bir uyarı gibi görünüyor: Güzelliğin ardındaki iyilik ve sevgiyle, vicdanın rehberliğini unutmadan ilerlemek.
Bir gün her insan; bir başkasının vicdanlı davranışına, bir başkasının içsel güzelliğine muhtaç olacak. Ve işte o zaman, yüzyıllar önce dile getirilen bu “unutulmuş yücelik” her insan için gerçek anlamını bulacak. İnsana düşen ise o gün gelmeden vicdanını yeniden hatırlaması, yüceltmesi ve yaşatmasıdır.
Yazı ve Fotoğraflar: Duygu Aydemir
Yorumlar (2)
Yasemin
👌Gaye
Dostoyevski ye gore “insanin vicdani, Tanri nin insan icindeki sesidir.” Dolayisiyla bu ses susturulamaz ve oz farkindaligin ve ahlakin ta kendisidir🙏Yorum yapmak için tıklayın