Sadeliğin Görkemi Isamu Noguchi Müzesi | Yazan İnci Aksoy
20. yüzyılın yetkin yaratıcılarından yarı Japon yarı Amerikalı Isamu Noguchi (1904-1988)
Edebiyatçı bir anne Leoni Gilmour ve Japon şair Yonejiro Noguchi’nin büyük aşkından dünyaya gelir. Sanat hayatına başlamasında annesinin rolü ve etkisi büyük olur!
Bir sanatçı düşünün, hayatı boyunca tam olarak hiç bir sanat akımına ait olmamış, dünya üzerinde gezdiği ve yaşadığı bütün ülkelerde, sanata dair önemli bulduğu izlenimleri işlerinde kullanmış. Birbirine zıt olan yapıları birleştirerek sınırları zorlamış. Geometrik ve organik şekillerden yeni formlar yaratmış. Negatifle pozitifin birlikteliğine yer vermiş. Halka açık yerlerin estetik açıdan yücelmesi için devasa heykeller yapmış, halkın satın alabileceği ulaşılabilir mobilyalar üretmiş. Bu duayen isim; Isamu Noguchi. İşine büyük tutkusu olan, aktivist, köklerine bağlılık gösteren, çağdaş ve geleneksel kavramlarını bir araya getiren, işlerinde illüzyon havasında doğayı yansıtan bir sanatçı.
Isamu Noguchi kariyerinin en yüksek noktasında, en büyük başarısı olarak görülen bir müze bahşetmiş sanatseverlere. Müzeye adımınızı attığınız andan itibaren sizi cennette yolculuğa çıkartıyor. 1960’lı yıllarda çalıştığı stüdyosunun tam karşısında yer alan müzenin sizi sardığı pozitif, dingin, berrak enerji, eserlerin arasında yeniden doğmuş hissi veriyor. O yıllarda müze inşa etmekte öncülük etmiş olan sanatçının en fazla eseri burada yer alıyor. Noguchi’nin heykel ve dizayn eserlerini barındıran müzesi, kapalı galeri alanları ve büyük heykellerin sergilendiği bahçeden oluşuyor. Sanatçının kendi seçkisi olan heykelleri, sahne dizaynları, projeleri, portreleri, çizimleri, ve yenilikçi mobilya dizaynlarını burada görmek mümkün. 1983 yılında kurulan bu müzeyi ziyaret etmek yapabileceğiniz en güzel meditasyon diyebilirim!
[[Video:https://data.arttv.com.tr/ekav/temp/mp4/2018/8/8/3602.mp4
[[Video:https://data.arttv.com.tr/ekav/temp/mp4/2018/8/7/3601.mp4
Los Angeles’da doğan Isamu Noguchi hayatı boyunca Japonya ve Amerika arasında yaşamış. Columbia Üniversitesi’nde doktorluk okurken yanı sıra aldığı heykellik dersleri sayesinde heykeltraş olmaya karar vermiş ve üniversiteden ayrılmış. Noguchi’nin eserleri 1938 senesine kadar Amerika’da tam bilinirlik kazanmamış. Sanatçı kimliğine ve işlerine yön veren en büyük ilham kaynağı; Constantin Brancusi’ymiş. New York’da Brancusi’nin sergisini görmesinin ardından ortak arkadaşları aracılığıyla Paris’e giderek sanatçının stüdyosunda iki sene çalışmış. Noguchi’nin Amerika’ya geri döndükten sonra ilk dikkat çeken ve ismini duyuran işi Rockefeller Center’in içinde bulunan, medyanın özgürlüğünü simgeleyen büyük heykeli olmuş. İlk sergisi 1968 yılında New York Whitney Müzesi’nde yer almış. 1986 yılında Venedik Bienal’ine katılarak Amerika’yı temsil etmiş. Isamu Noguchi her nefesinde yeni birşey üretmiş, sadece heykeller ve mobilya üretmekle kalmamış, sahne ve oyun alanı dizaynları da yapmış, taş oymacısı Masatoshi Izumi ve mimar Louis Kahn ile çalışmış.
Taşlara can veren usta Noguchi’nin mimari harikasi müzesinde çok önemli işleri yer alıyor. “Indian Dancer”, “Core”, “Seeking”, “Venus”, “To Tallness” gibi sayısız heykeli, 1945 yılında yaptığı kahve masası, tiyatro dizaynı çalışmaları, “Lunar” adını verdiği ışıklı biçimsel heykelleri, oyun alanı modelleri gibi birbirinden değerli eserleri müzede sizi karşılıyor.
New York, Long Island City’deki bu müze sanatseverlere Noguchi’nin ölümsüz enerjisini hissettiriyor ve akıl almaz dünyasında yolculuğa çıkartıyor. İçeri girer girmez size kucak açan Noguchi’nin sanatının büyüsüne kapılıyorsunuz. New York’a yolunuz düşerse meditasyon etkisi yapan bu müzeyi görmeden dönmeyin derim!
Yazan: İnci Aksoy
Yazı ve Fotoğraflar: İnci Aksoy
Yorum yapmak için tıklayın