Metropolis - Renato D’Agostin
17 B izlenme 25.11.2020Renato D’Agostin çok genç bir sanatçı olmasına rağmen manuel yetenekleri ve teknikleri olgun ve geleneksel. Bazen sanatçıyı kolaylıkla işiyle bağdaştırırız, bazen ise bu bağı kurmak imkansız olmasa bile daha zordur. Gerçi, çoğumuz sanatçının yaratıcılığının kişiliğine ve karakterine bağlı olduğunu, benliğinin ve tecrübelerinin sanatını etkileyerek geliştirdiğini Kabul ederiz. Aynı zamanda sanatın dinamik trendlere göre değişen her türlü ışık, enerji, keskinlik, az çok dokunsal materyalle mekanda estetik bir olay ifade ettiği de doğrudur. Renato gerçekten bir istisna. O her zaman bir fotoğrafçı oldu; (İlk fotoğrafını 19 yasında çekti, bu fotoğraf bu katalogda da mevcuttur)tüm dünyadan izlenimleri ve ifadeleri yakalamayı ve kayıt altına almayı sevdiği için.. Bu projesi, Metropolis, tüm dünyadan görselleri içerir; özellikle hep kaçmak istediğimiz ama midye kabuğu gibi (genelde ıstırap veren) bizi çevreleyen şehirlere odaklanmıştır. Renato’nun fotoğraflarında lokasyon derhal kimliğini yitirir; şekillerin görüntülerin, anıların ve duygu sellerinin imajdan belirmesi ile gerçekliğe bir pencere açar. Hepimiz bu dünyaya alışkınız, onun varolduğunu biliyoruz ama günlük hayatın darbeleri ve yoruculuğu ile oluşan korku bizi onunla kontak kurmaktan hep alıkoyar. İçinde yaşadığımız, çalıştığımız ve sevip sevildiğimiz bu şehir fiziksel boyutlarını kaybeder ve tamamen duygusal bir yer haline dönüşür. Binaları ve caddeleri veya olduğumuz her mekan sebep ve duyguların yolları olur. Fotoğraflardaki imajlar sadece işaretlerdir, ortaya çıkan duyguların veya James Hillman’ın kelimeleri ile ruhların mekanları. Aslında, dikkatli bir izleyici hemen şehrin fotoğrafçının fotoğrafladığı yerlerin, aynı anda tamamen farklı ve tıpatıp aynı mekanlar olduğunu anlar çünkü bu yerler için beslenen duygular etkiler. Bu fotoğraflarda Renato, genel olarak ruhun parçaları olarak Kabul ettiğimiz aklın aradığı ve hemen onirist boyutlara kaydettiği mekanları portreler. Fotoğrafçı bu metatarihsel gelişimli hikayenin bizzat bir parçası olur; paralel gerçeklik dediğimiz gerçek olmayan bir seri imaj veya hikayenin içinde olur. Bu realite günlük beklentilerimizden kurtularak bazı filozofların 3. göz dediği garip bir kendinden geçme durumunu oluşturur. Çevremiz tamamen ruhlar ve kimliğimizin ayrılmaz parçaları ile doludur. Hayal dünyamızı besleyerek ruhumuzu geliştiren çevremizdekilerdir. Bir fotoğrafçı bıkmadan mekanı mimari ve duygusal olarak tekrar yaratmaya çalışır. Fotoğrafçılık anlatıcı olarak farklı safhalardan geçer ancak bir sanat tarihçi olarak ben imaj kaynağı olarak görseller yaratır. Onirik hikayeler anlatıcısı olarak zamanla rolüne döner. Gücünü duyguyu objektif bir olay ile ifade etmeyip ama olayın ortaya çıkardığı duyguları kullanarak olayın temel unsurlarını bulup ortaya çıkarmaktan alır. Yeni formlar yada daha iyi bir tabirle iyi imajlar gerçeğe dayanır ama hatıraların merkezi olarak ruhani olarak hayatta ve varolmuşlardır. Bu yüzden ruhlarımız aklın karizması olan mucize, tanrının imtiyazı ve insanoğlunun duygusal esrikliği ile dokunulduklarında yeni boyutlara uçar. Bu yüzden Renato’nun hikayesinin küçük, sevimli büyüleyen bir çocuğun daveti ile bu dünyayı tecrübe etme gücünü vermesi ile başlaması sürpriz olmaz. dünya objektif, fiziksel realitenin yeri olarak bulanıklaşır ve odaklanmamış bir dünyaya sabitleniriz. Bu odaklanmamış dünyada mekanik olarak hareket eden, sağa sola dönen kinezi kullanarak imaj yaratan hayali bir mekan portreleştirilir. Bu vücutlarla dördüncü boyutta tanışma gerçekten çok güçlü. Yapısal olarak Metropolis ikiye ayrılmıştır: ilk seri gündüze, ikinci seri geceye aittir. Bu iki dünyayı bize gidip gelerek bir taksi bağlar. Başlangıçta gece boyutuna girmek zordur; ama çerçeveler ilerledikçe bilim adamlarının insan auralarını filme kaydetmeleri gibi ruhların filtrelenip fotoğraflanması ile bu imajlara daha çok güveniriz. Başlangıçta görünenin kanıtı olarak, görülen, göze ilişen, algılanan bizi hayrete düşürür, sonar bizi düşünmeye iter ve bazen de korkutur. Aklımızın durumuna gore hayrete düşürür ve rahatsız eder. Ama şunu anlamalıyız ki “ÇEVREMİZDEKİ DÜNYA” sadece bir aklımızın anlayabileceği idrak edilebilen dünyalardan bir tanesidir. Aslına daha birçokları vardır. Onları algılarız ama günışığına çıkarmayı redderiz. Bu arada Renato bize yardım eder, bakış açısı ve “belalı”, “sürprizli” veya “sıkıcı” olarak reddettiğimiz anlayışı ile bize yol gösterir. Çalışması iki bakış açısını birleştiri. Ilki tamamen geometric veya daha once anlatılan mimari bakış, diğeri “sabitliğin ilüzyonu” dur. Tüm bunların Renatoyu nereye götüreceğini bilmiyorum. Ama bizim onun bakış açısıyla görüp takip etmemizi isteyeceği keşfedilmemiş bir yer olacağını biliyorum.