Tarihte bir yolculuğa çıktığınızı düşünün; zamanın bilinmezliğine mi yoksa büyüleyiciliğine mi gitmek isterdiniz? Hayatta hiç bitmeyen bir döngü var, sanki her şey formüle edilmiş gibi yinelenerek sürekli karşımıza çıkıyor. Döngülerle ilgili farkındalıklar son dönemlerde inanılmaz arttı. Döngülerden uzaklaşabilmemiz için konfor alanımızdan çıkıp hayatımıza yeni deneyimler katmamız gerektiği uzmanlar tarafından öneriliyor. Öyle ki bazı sergiler bize tam da bu konuyu sorgulatıyor. Onlardan birisi Abdülmecid Efendi Köşkündeki “İsmi Lazım Değil” sergisi.
Santissimi - (Antonello Serra & Sara Renzetti) Göçmenler (Otoportre)
Ömer M. Koç’un teşvîki ve Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen İsmi Lâzım Değil sergisinde, Ömer Koç Koleksiyonu’na ait yapıtların yanı sıra Koç Holding desteğiyle sadece bu sergi için üretilen eserler ile Türkiye ve yurtdışındaki kurum, sanatçı ve koleksiyonerlerden ödünç alınan yapıtlar da yer alıyor. Serginin küratörlüğü Selen Ansen ve Brigitte Pitarakis imzası taşıyor.
Köşkün bahçesinde, zemin katında ve birinci katında 45’ten fazla sanatçının çeşitli mecralarda ürettiği yaklaşık 100’e yakın eserini göreceksiniz. Bodrum katta sanatseverleri bir sürpriz bekliyor! İnteraktif bir mekânsal deneyim ile Bizans kozmolojisi ve ikonografisine ait kurucu imgeler arasında içine çekilecekleri bir duyumsal yolculuğa çıkarıyor. İsmi Lazım Değil sergisini bu sezon mutlaka görmeniz gereken sergiler listenize eklemelisiniz. 11 Aralık 2022 tarihine kadar Abdülmecid Efendi Köşkünde görülmeye değer!
Fulden K. Okumuş - Küratör Selen Ansen
Sergiyi küratör Selen Ansen’den dinledim…İşte o detaylar;
1.Serginin ortaya çıkış hikayesinden biraz bahsedebilir misiniz?
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’un teşvîki ve Koç Holding’in desteğiyle gerçekleşen bu serginin küratörlüğünü Bizans tarihçisi Brigitte Pitarakis ile beraber üstlendik.
“İsmi Lâzım Değil” günümüz sanatında bireysel ve toplumsal endişelerimizin izini sürüyor. Bilinmez, gerçek üstü, öteki, tekinsiz olan etrafında kurguladığımız bu sergi, Türkiyeli ve uluslararası sanatçı, kurum ve Ömer Koç Koleksiyonu dahil olmak üzere özel koleksiyonlardan ödünç aldığımız eserler ile bu serginin bağlamında Koç Holding’in desteğiyle üretilen eserleri buluşturuyor. Köşkün iç ve dış alanlarında sergilenen (çoğu) çağdaş eserlerin yanı sıra, bodrum katında “Düzenbazın Peşinde” isimli bir etkileşimli dijital eser yer alıyor.
Patricia Piccinini - Sarılma
İsmi Lâzım Değil’in fikir annesi Brigitte Pitarakis diyebilirim. Nitekim, Bizans döneminde insanların semboller ve imgeler aracılığıyla gerçek üstü ve gerçek dışı olanla kurdukları ilişkiler Brigitte’in araştırdığı konular arasında. Bu doğrultuda, Bizans döneminin zengin sembolik dünyası serginin bir nevi kavramsal altyapısını oluşturuyor. Bizans dönemine ait sembolik dünyanın ilginç bir boyutu, iyi ve kötü arasında keskin ayrımların olmaması, şeytan/iblis temsilinin tek bir figüre sınırlanmaması. Bir sembol bağlama göre iyiden kötüye geçebiliyor ya da tam tersi olabiliyor. Mesela halen halk kültürümüzde yaygın olan göz motifini ele alırsak, göz hem kem (kötü) hem iyi olabilir. Benzer bir şekilde, yılan bir yandan şifa sembolüne dönüştürülürken diğer yandan da zehir, kötücül güçleri temsil ediyor ve kolektif korkularımızın bir simgesine dönüşebiliyor.
Sergiyi kurgularken Bizans’ı yeniden canlandırmak veya sembolik dünyasını çağdaş eserlerde aramak gibi bir niyetimiz hiç olmadı. Daha ziyade, geçmişin etki, kalıntı ve izleriyle yola çıkıp, bu geçmişten bir bakıma mesafe alarak, günümüz temsiline belli meseleler üzerinden yaklaşmak istedik. Korku, hayranlık veya endişe uyandıran, hayal gücünü besleyen bireysel ve toplumsal “Canavarlarımıza” sanatın merceğinden bakmak.
Tuhaflıklar Masası – Anonim –Kutsal Emanet Sandığı
Dönemler, inançlar ve temsiller arası söz konusu bakışı edinirken, tekerrür ve döngüsellik kavramları gittikçe önem kazandı benim için. Bundan kast ettiğim, tarihsel zamanı geçmiş, şimdi ve gelecekten ibaret çizgisel bir zamansallıktan ziyade döngüsellik içerisinde düşünmek. Bazı formların, motiflerin ya da sembollerin tarih içinde tekrar yüzeye geldiğini görebiliriz; böylelikle geçmişin izlerini taşıyarak hem güncelliklerini koruyorlar hem bize gelecekten bahsediyorlar. Ancak, sergide yer alan eserlerle görebileceğimiz üzere, bu motifler tekrar yüzeye geldiklerinde farklı anlamlar üstleniyorlar, günümüzün sosyopolitik, kültürel veya estetik dinamiklerini yansıtıyorlar.
SERGİDE TAŞ, YILAN VE GÖZ DETAYLARI DİKKAT ÇEKİYOR
“İsmi Lâzım Değil” sergisinde, döngüselliği bir sergileme yöntemi olarak da ele aldık. Bizans’ta önem teşkil eden ve halen güncelliğini koruyan 3 motifi temel aldık: Taş, yılan ve göz. Köşkün dış ve iç mekânlarında yer alan farklı eserlerde, bu üç motifle karşı karşıya gelebilirsiniz. Yılana ilişkin temel figürlerden biri Medusa.
Medusa, Yerebatan Sarnıcı’na gittiğinizde bir sütunun alt kısmında görebileceğiniz saçları yılanlardan oluşan, ekseriyetle kadın olarak temsil edilen bir figür. Mitolojide Medusa insan ve hayvan nitelikleri barındıran melez bir canavar. Bu kadim anlatıya göre, Medusa ile göz göze gelenler taş kesilir. Hikâyenin devamında, Perseus adlı bir savaşçı kalkanının yansımasıyla Medusa’yla dolaylı bir şekilde yüzleşir ve canavarın kafasını keserek onu yenmeyi başarır.
Ahmet Doğu İpek – Maruz 75 kPa / 780 kg
Farklı eserlerde tekerrür eden yılan motifinin yanı sıra, ayna, göz, taş, gölge gibi unsurlar bazen dolaylı bazen daha doğrudan bir biçimde sıkça karşımıza geliyor.
Köşkün dış mekânında, zemin ve birinci katlarında ağırlıklı olarak çağdaş eserler sergileniyor. Luca Giordano’nun Zincire Vurulmuş Prometheus isimli tablosu (1659), Alesco Mouysset’nin Aynada Otoportre’si (1908) gibi birkaç tarihi eser de mevcut. Çağdaş eserler ön planda olsada, serginin kavramsal temelini oluşturan Bizans dünyasını günümüzün araçlarıyla mekâna taşımak istedik. Bu doğrultuda, köşkün bodrum katında, Koç Üniversitesi Karma Lab ekibinin bu serginin bağlamında tasarladığı ve müziğini Okan Kaya’nın yaptığı “Düzenbazın Peşinde” isimli etkileşimli dijital proje yer alıyor. Bu proje Brigitte Pitarakis’in danışmanlığıyla az önce bahsettiğim temel motifler etrafında kurgulandı. Ziyaretçiler, çağdaş eserleri görmeden önce veya sonrasında,”Düzenbazın Peşinden” giderek Bizans’a günümüz teknolojisiyle bir bakış edinebilirler.
2. Küratör olarak üretme motivasyonunuzu nelerde buluyorsunuz?
Hayatın ta kendisinden, hatta bazen gündelik olgulardan besleniyorum sanırım. Kavramsal açıdan “takıntılı” olduğum, irdelemek istediğim veya mesele edindiğim belli konular var; bunlar bazen okuduklarımdan, gördüklerimden ilham aldığım konular, bazen de bir eser öyle derinden sarsıyor ki onun peşinden gidiyorum. Her sergi bir konuda derinleşme veya ona farklı açılardan yaklaşma imkânı tanıyor; Ve bunu tek başınıza değil, sanatçılar ve eserleriyle, ayrıca bir ekiple beraber, paylaşım içinde, yapabilmenin ayrıcalığını tattırıyor.
3. Bu projeyi gerçekleştirmek size nasıl hissettirdi?
Benim için birçok yönden ilklerle dolu ve heyecan verici bir deneyim oldu. İlk kez bir başka küratörün eşliğinde bir sergi kurguladım. Bu süreçte Brigitte Pitarakis ile yoldaşlığımız besleyici bir diyaloğa dönüştü. Her birimizin çalıştığı alanların birbirinden farklı olması diyaloğumuza zenginlik kattı diye düşünüyorum. Sayın Ömer M. Koç’un davetiyle ve kendisinin sayesinde bir araya geldik ve bu sergiyi beraber gerçekleştirdik. Bu yoldaşlık bana bir projeyi gerçekleştirmek için aynı yerden bakmak gerekmediğini, hatta farklı bakış açılarına sahip olmanın değerini gösterdi. Elbette eninde sonunda ortak bir yere varmak gerekiyor, ki söz konusu sergi bu ortaklığın vücut bulmuş hali denebilir; fakat bu ortak yere varmak için alınan yollar, üst üste koyulan taşlar farklı olabilir. Bu sergiyi ayrıca muhteşem bir ekip sayesinde gerçekleştirdik. Mimarımız Nilüfer Konuk, sergi koordinatörümüz Tuna Ortaylı, tüm teknisyen ve ustalar, herkes el birliği ile bu projeyi hayata geçirdi. Köşkün çalışanları da bizlere çok yardımcı oldular. Sanatçıların da dahil olduğu bu birlikteliğin parçası olmak beni bir hayli şanslı hissettirdi.
Öte yandan, Abdülmecid Efendi Köşkü’nün görkemli, yaşanmışlık dolu, tarihsel mekânında sergi hazırlamanın yarattığı heyecan da vardı. Sanırım mekânın tarihine saygıyla ve mimarisine sevgiyle gerçekleştirdik bu sergiyi.
Koç Üniversitesi - Karma Lab & Anima İstanbul - Düzenbazın Peşinde
4. Dijital sanata olan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sergiyi dijital olarak gezecek olsaydık nasıl olurdu?
Daha önce belirttiğim gibi, “İsmi Lâzım Değil” sergisinde geçmiş tarihe günümüzün teknolojisi ve yorumluyla bir bakış sunan “Düzenbazın Peşinde” isimli dijital bir projeye yer veriyoruz. Sergi açıldığından beri, bu projeye yoğun bir ilgi var. Dijital mecranın deneyim ve etkileşim bakımından sunduğu yeni imkânlar gerçekten de sanatseverlerin hoşuna gidiyor. Her ortaya çıkan teknoloji gibi, dijital mecra yeni temsil, algı ve deneyim imkânları sunuyor. Dijital mecraya duyulan yoğun ilgi belki de zaman-mekân algımıza doğrudan etki etmesi, bir ortam yaratması, daha geleneksel sanat nesnesi anlayışının barındırdığı mesafeyi kırması, kendimizi bir eserin âdeta içinde hissedebiliyor olmamız veya onunla bedenen etkileşebilmemiz.
Bununla beraber, bu sergiyi tamamen dijital bir formda şahsen düşünemiyorum. Her şeyden önce köşkün tarihsel yapısı ve dokusu buna elverişli değil. Oysa köşk, bu serginin sadece mekânını oluşturmuyor; mimari özellikleri, kendine has ruhuyla bizler için serginin âdeta bir parçası haline geldi. Diğer yandan, “İsmi Lâzım Değil” de sergilediğimiz birçok eser dijital mecraya taşınabilir eserler değil, birçok detayı ve katmanı kaybetme riski olduğu gibi, deneyimi düzleştirebileceğini düşünüyorum. Hele bir grup sergisi söz konusu olduğunda, birden fazla duyuya hitap edebilmenin, form, mecra ve deneyim bakımında çeşitlilik sunmanın önemli olduğu kanısındayım. Nitekim, gündelik yaşantılarımız bu çeşitlilikten çoğu zaman yoksun.
Jean Luc Parant - Heyelan
5. Köşkte sizi en çok etkileyen eser hangisi?
Benim gözümde sergide yer alan her bir eser hem kendi içinde değerli hem de serginin ayrılamaz parçasına dönüştü. Bununla beraber bazı eserlerle bir gönül bağım var diyebilirim. Jean Luc Parant’ın gözleri ve yığınları hayatıma derinden dokunan eserler arasında. “İsmi Lâzım Değil” katılan birçok sanatçıyla değerli paylaşımları mümkün kıldığı gibi Jean-Luc ile tanışmamı sağladı ve eserlerini İstanbul’da ağırlama olanağını bana armağan etti.
6. İsmi Lazım Değil sergisi için özel üretilen eserler hangileri?
Ahmet Doğu İpek- Maruz 75 kPa / 780 kg
Necla Rüzgar – Taş Taşı Yumuşatır
Hera Büyüktaşçıyan – Pneuma
İSMİ LAZIM DEĞİL SERGİSİNDE DİKKAT ÇEKEN ESERLER VE HİKAYELERİ
Jean Luc Parant - Heyelan
JEAN LUC PARANT – HEYELAN
Zemin katta karşınıza Fransız sanatçı Jean Luc Parant’ın Heyelan isimli mekâna özgün yerleştirmesi çıkıyor. Parant çok çeşitli mecralarda üreten bir sanatçı ve bir yazar aynı zamanda; yaşamını ve sanatsal pratiğini gözlere ve kürelere azimle adamış. Göz ve küre yığınından oluşan “Heyelan”ın yerleştiği iç havuza kuş bakışı baktığınızda göz formunda olduğunu görebilirsiniz. Sergiyi hazırlarken, göz motifinin köşkün özgün mimarisinde mevcut olduğunu hayretle fark ettik. Yaklaşık elli yıl boyunca gözler ve küreler yapan, çizen ve onlar hakkında yazan Parant’a göre gözlerimiz insanlığımızı oluşturmakla beraber, evrensel varoluşumuzu, gökle, toprakla ve insan olmayan farklı varlıklarla ilişkimizi kuruyor. Parant sınırları belirsiz yığınlar oluşturuyor. Bu yığın formunu sergide yer alan başka eserlerde görebilirsiniz. Mesela Petah Coyne’un Tuhaf Kuş isimli eserinde veya Peter Buggenhout’un üç biçimsiz heykelinde. Yığın tekinsizlik hissini uyandırır. Çünkü hatları belirsiz olan bir şeyin sınırını çizemezsiniz, ona herhangi bir kimlik atfetmeniz mümkün değildir. Bununla beraber, biçimsiz görünür ama aslında tüm biçimleri barındırır, bir biçimden başka bir biçime geçebilir.
Parant’nın eserine geri dönecek olursak, bilinmez olanla ilişkilenmesinin bir diğer sebebi, bu cisimlerin neden ve nereden buraya geldiğini bilmiyor olmamız. Bu yığın bir felaketin veya bir mucizenin ürünü olabilir.
Agus Suwage - Lüks Suçu
AGUS SUWAGE- LÜKS SUÇU
Endonezyalı sanatçı Agus Suwage’nin “Luxury Crime” (Lüks Cinayeti) isimli eseri esprili bir şekilde ölümlülüğümüzü bize hatırlatıyor, “Hatırla ki ölümlüsün” der gibi. Kendi lüksünde hayata veda eden bir insan, kemikleri varakla kaplı bir iskeletle karşı karşıyayız. Sanatçının kullandığı pirinç taneleri Asya kültürlerinde bereket, şans, güç ve ölümsüzlük simgesidir.
Hera Büyüktaşcıyan - Ada
HERA BÜYÜKTAŞCIYAN – ADA
Hera Büyüktaşcıyan’ın “Ada” isimli yerleştirmesi, görmek, duymak, bilmek istemeyip halk deyişiyle “halının altına süpürdüklerimizi” cisimleştiriyor. Oluşan form soyut olmakla beraber, tanımsız ve her an değişebilir; kurulmuş denge ve düzen her an kırılabilir. Bir topografyayı da andıran “Ada”, halının altına süpürdüklerimizin hiçbir zaman tamamen yok olmadığını, her an yüzeye tekrar geri gelebildiklerini vurguluyor.
Necla Rüzgar - Taş Taşı Yumuşatır IV
NECLA RÜZGAR –TAŞ TAŞI YUMUŞATIR
Necla Rüzgar’ın Taş Taşı Yumuşatır isimli heykeli Medusa mitinden yola çıkarak, tarih boyunca canavarlaştırılan bu figüre insanlığını geri kazandırıyor ve onu kız kardeşlikle ilişkilendiriyor. Eser ismini Ingeborg Bachmann’ın bir dizesinden alıyor.
Yaşam Şaşmazer - İsimsiz
YAŞAM ŞAŞMAZER – İSİMSİZ
Yaşam Şaşmazer heykellerinde ağırlıklı olarak ahşap ve organik malzemeler kullanır. Sergide yer alan üç büst ise ahşap ve mantardan oluşuyor, bu iki malzemeyi birbirine nakşediyor. Bunlar ağaç gövdelerine yerleşen parazit mantarlar. Şaşmazer’in heykelleri doğa ile kültürün arasında çizilen sınırları bulanıklaştırıyor, insan olmayan varlıklarla bütünleşen bir insanlığı somutlaştırıyor. Cinsler ve âlemler arası bir bağ oluşturan bu bedenler, alışıldık insan formundan çıkarak tekinsizlik hissi de uyandırıyorlar.
Mehtap Baydu - Yağmur Geliyor
MEHTAP BAYDU – YAĞMUR GELİYOR!
Serginin zemin katında Mehtap Baydu’nun “Yağmur Geliyor!” isimli performansını belgeleyen bir video ve nesneler yer alıyor. Sanatçı bu performansı 2015 yılında Mardin Bienali’nde gerçekleştirdi.
Baydu’nun bu eseri tavus kuşu ile simgelenen ve farklı dinlerde melek veya şeytan ile eşleştirilen Melek Tavus figüründen yola çıkıyor. Bir inanışa göre, kibirli olmakla suçlanan bu yaratık, bağrışından dolayı yağmurun yağmasına sebep oluyor. Yağmur bereket olduğundan, sembolik açıdan kötü iyiye dönüşüyor, ya da zıtlar tek bir figürde buluşuyor. Performansı esnasında, Mehtap Baydu tavus kuşu elbisesini giyerek bu figüre bürünüyor, onu bir nevi dünyevileştiriyor. Elindeki megafonla ara ara tavus kuşunun bağırışını etrafa yayarak kumaştan yapılmış tüyler dağıtıyor. Köşkte sergilediğimiz elbise, tüy ve megafon ekolojik bir boyut da barındıran bu performansın kalıntıları.
Katerina Undo - Yaratıklar Kümesi
KATERINA UNDO – YARATIKLAR KÜMESİ
Katerina Undo’nun, köşkün merdiven boşluğunda sergilediğimiz mekâna özgün yerleştirmesi teknolojik yaratıklara hayat veriyor. Undo eserini kurarken ağını oluşturan bir örümcek gibi çalışıyor. Bu yaratıklar bağımsız varlıklar; kendi hareketlerini, nefeslerini ve seslerini minik güneş panelleri aracılığıyla üretiyorlar. Birbirleriyle temas ettiklerinde ufak hareketler oluşuyor, ışık yanmaya başlıyor. Oluşan sesler ve gölgeler ise bizleri bir ormanın içine, gecenin göbeğine, böceklerin, hayvaların âlemine taşıyor gibi.
İrem Nalça - Büyük Başarısızlıklar Sirki
İREM NALÇA – BÜYÜK BAŞARISIZLIKLAR SİRKİ
İrem Nalça’nın “Büyük Başarısızlıklar Sirki” isimli mekâna özgün yerleştirmesi, sanatçının pandemi esnasında elindeki kağıtlarla ve dekupaj tekniğiyle ürettiği bir kısa animasyon filmini odağına alıyor. Nalça’nın, kendi ürettiği kuklalarla ve “Düzenbaz” figürü etrafında oluşturduğu bu eser, içinden geçtiğimiz dönemin çatışmalarını, gerginliklerini, “canavarlarını” geleneksel gölge tiyatro sanatına göndermeler yaparak yorumluyor. Ayrıca, eserin etrafında döndüğünüzde, filmde yer alan kuklaların gölgelerinden oluşan bir manzaraya bakabilirsiniz.
Ann Veronica Janssens – Mavi Işıltı
ANN VERONICA JANSSENS – MAVİ IŞILTI
Ann Veronica Janssens’in mekâna özgün yerleştirmesi ışığa duyarlı ve yansıtıcı niteliklere sahip bir malzeme içeriyor. Eser, durağan olmasına rağmen, performatif bir boyuta sahip ve değişken. Etrafında dolaştığınızda veya ortam ışığı değiştiğinde, mavi renginin tonları değişiyor.
Bu serginin bağlamında, Janssens’in eseri bana bir ruhu çağrıştırıyor. Sanki biri / bir şey gelmiş, buradan geçmiş, izini bırakarak tüy olmuş. Ondan geriye tozu, soluğu kalmış.
Taner Ceylan - Nü
TANER CEYLAN – NÜ
Taner Ceylan’nın “Nü” isimli bu resmi figüratif ve gerçekçi bir üslupla yapılmış olmasına rağmen soyut bir boyuta sahip. Yarı boş yarı dolu bir bardakla bizi baş başa bırakırken, gündelik ve işlevsel bir nesneye gizemli ve şiirsel bir hal atfediyor. Benim gözümde, Ceylan’ın bu yalın bardak resmi her şeyin, iyinin de kötünün de mümkün olduğu, en çıplak olanın bile örtük olabildiği bir dünyayı içinde barındırıyor.
Yazı: Fulden Karayel Okumuş
Bir Şehirde Sanatın Evrenselliği Yankılanıyorsa, O Gün 19. Contemporary Istanbul Günüdür!
29 gün önceCaeli’de Alice’inizi Keşfetmenin Tam Zamanı Mı Dersiniz?
2 ay önceHayatınızdaki İzleri Bu Sergide Keşfetmeye Var Mısınız? | Yazan Fulden Karayel Okumuş
3 ay önceTesadüfün Sanata Dönüştüğü Yer: Olafur Eliasson’un İstanbul Boğazı’ndaki Sergisi | Yazan Fulden Karayel Okumuş
4 ay önceMücevher Tasarımcısı Ali Rıza Akdolu'nun Aliens Heykellerinin Sırrı 1 Milyon Yılda Mı Gizli? | Yazan Fulden Karayel Okumuş
Mustafa arı
İsmi lazım değil sergisin' de ki bütün görsellerin anlamlarını öğrenmek istiyorum. Ama burada hepsi yazmıyor. Yazsa çok iyi olurdu. Bir tane görsel var. Fotoğraf çekildim ama sanatçı orada ne demek istemiş bir türlü çözemedim. Araştırdım ama bulamadım...yaşlı bir kadın, başında eşarp var, göğüsler açık ve o bölgesi dövmeli. Burada sanatçı ne demek istemiş, anlayamadım.