Moda ve sanat arasında derin bir ilişki olduğunu biliyor muydunuz? Tarihten günümüze kadar birbirinden etkilendiklerini biliyoruz. Özellikle moda markaları günümüzde sanatı en çok destekleyenler arasında. Öyle ki sanatın sınır tanımadığına en güzel örnek, son günlerde dünyaca ünlü Louis Vuitton markasının dış cephe tasarımını yaparak ülkemiz adına bir ilke imza atan Seçkin Pirim’in tekrar eden formlardan oluşan olağanüstü sanat eseri. Binanın dış cephesi Türkiye’den çıkarılan limra taşı kullanılarak oluşturulmuş amorf ve katmanlı bir formdan meydana geliyor. Yolunuz İstinye Park’a düşerse Louis Vuitton’un yeni mağazasının dış cephesindeki heykelsi formu görmeden geçmeyin. Hatta içeri girin ve sanat eseri içinde alışveriş yapma deneyimini yaşayın. Gazeteci Véronique Lorelle şöyle diyor; kültür edinmenin yeni, cool yolu, müzeye gitmekten değil, alışverişe çıkmaktan geçiyor. Louis Vuitton gibi gerek dünyaca ünlü sanatçılarla gerek tasarımcılarla yaptığı iş birlikleriyle sürekli ön plana çıkan bir markanın Türkiye’de çok değerli sanatçımız Seçkin Pirim ile çalışması gurur verici bir tablo.
Seçkin Pirim ile yeni sanat eserinin hikayesini ve gelecek dönem projeleri hakkında konuştuk. İşte o detaylar;
1.İlham verici sanat yolculuğunuzu sizden dinleyebilir miyiz?
Her zaman söylediğim bir şey var. Ankara’da doğdum ancak Kuzguncuk’ta dünyaya geldim. Yaklaşık altı aylıkken geldiğim Kuzguncuk’ta biraz kader gibi bir başlangıçtı aslında. Bilen bilir, Kuzguncuk’ta çok fazla sanatçı atölyesi, mimarlar, şairler, ressamlar yer alır. Birçok sanatçının hem yaşadığı hem de atölyelerinin bulunduğu bir mevki. Ben de 8-9 yaşlarından itibaren beri bu atölyeleri incelemeye başladım ve birçoğunun yanında çıraklık yaptım. O yaşlarda resim yapmayı çok severmişim, hatta annem beni biraz dışarıda oynamam için sokağa göndermeye çalışırmış. Resim yapma merakımın üstüne bu atölyeler çok çekici geldiği için devamlı bu atölyelere girer ve oralarda çalışırdım. Lise çağına geldiğim zaman Türkiye’de güzel sanatlar lisesi açıldı. Atölyelerine gittiğim ustalar bana o dönemde güzel sanatlar lisesine gitmemi önerdiğinde bu fikri heyecanla benimsedim ben de. Ardından güzel sanatlar lisesine girdim. Dört senelik bir resim eğitiminden sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümüne girdim. Başından beri heykeltıraş olmak istiyordum. Mimar Sinan Üniversitesinde yaklaşık beş sene süren bir eğitim aldıktan sonra bu şekilde devam ettim. Şanslı olduğum bir diğer konu ise, üniversitenin son yıllarında sergi açma şansına erişmem oldu. Üniversite sonrasında direkt galerilerle çalışmaya başladım. O günden beri başka bir iş yapmadan sadece heykel yapıyorum. Dediğim gibi, kader gibi başlayan bir süreçti; bu şekilde devam ediyor. Umarım hayat boyu da bu şekilde devam eder.
2.Eserlerinizi yaparken nelerden ilham alıyorsunuz?
İlham aldığım şeyler zaman zaman değişebiliyor. Ancak değişmeyen şeylerden biri çok bakmak. Çok bakmayı severim, araştırmayı, sergi gezmeyi, dolaşmayı, yurtdışını takip etmeyi severim. Doğayı çok severim. Bütün bunların hepsi ilham aldığım noktalar. Atölyede olmak bana başlı başına ilham verir. Genelde haftanın yedi günü atölyeye giderim ve atölyede yalnız başına kalıp çalışmayı çok seviyorum. Orada hiçbir işim olmasa dahi atölyeme giderim; kitap okurum, araştırırım.
3.Eserlerinizde tekrar eden formlar görüyoruz bunu tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?
Tekrar eden formlar oluşturmaya üniversitede başladım. Üniversite yıllarında Mevlana’yı çok okudum. O dönemde de günümüzde de çok ilgimi çeken bir konu oldu. Mesnevi’yi okuduğumda Mevlana’nın cümlelerinden biri bunun başlangıcı oldu: “Birden bütüne.” “Birden bütüne” sözü benim için hem plastik anlamda ya da işin teknik olarak kurgulanması anlamında kullandığım bir şeydi. Bir parçadan bütüne varmak mevzu. Aynı zamanda bu söz bana dert edindiğim ve heykellerimde ortaya koymaya çalıştığım sorunun dünyanın başka bir yerinde başka birinin daha sorunu olabileceğini hissettirdi. Biraz kelebek etkisi gibi. O yüzden de bu söze iki taraflı bakılabilir: hem içsel anlamda, hem de bir üretim biçimi olarak. Her bir birim elemanı aslında birbirinin aynısı ve bir araya geldikleri zaman bir bütünü oluşturuyor. Üniversite yıllarında bu düşünceyi bu kadar soyut kurgulamıyordum. Ancak tabii ki yavaş yavaş ben değiştim, hayat değişti, bakış açım ve işler değişti. Son gelinen noktada da işlerimde hep katmanlar, çizgiler yer alıyor. Bunları da aslında bir birim elemanı olarak düşünebiliriz. Her bir çizgi yan yana geliyor ve bir bütünü oluşturuyor. Dediğim gibi en başa dönersek, çıkış noktam Mevlana’nın “birden bütüne” sözü.
4.Eserlerinizde kullanmayı çok sevdiğiniz renkler var mı? Varsa nelerdir?
Genelde yaptığım işler hayatıma çok paralel ve özdeş ilerliyor. Hayatımda bir şeyler değiştikçe işler de değişiyor. Genelde kendi içime dönüp konuları kendi içimden buluyorum. Bu, megalomanca bir şekilde gerçekleşmiyor tabii ki, az önce bahsettiğim “birden bütüne” duygusuyla paralel aslında. Benim bir derdim dünyada bir sürü insanın derdi olabilir. O yüzden de yaptığım işler hayatımla doğru orantılı ilerliyor. Bu sebeple işlerimin samimiyetine inanıyor ve güveniyorum. Örnek vermek gerekirse üniversite yıllarımda rockçı bir gençtim ve hep siyah giyerdim. Üniversitede yaptığım ilk heykeller hep siyahtı, onları siyaha boyardım. Bir gün yürürken bir mağazada çok güzel mavisi olan bir tişört gördüm. Bir yandan rockçı olduğum için mavi giymeyi yediremiyordum ancak çok da güzel bir tişörttü. Sonuç olarak onu satın aldım ve o dönemden itibaren renkli giyinmeye başladım. Ondan sonra bir bakmışım ki heykelleri maviye boyamaya başlıyorum. Çok durağan, sakin geçirdiğim bir senem vardı. O dönemde bütün heykelleri beyaza boyamaya başladım. Çok fazla renk kullanmam aslında heykellerimde; kullandığım belli başlı renkler vardır. O renkler beni çok net anlattığından olsa gerek başka renkler kullanmam çok zor. Röportajlarda da renk meselesine konu geldiğinde genellikle işlerimde beyaz kırmızı ve mavi dışında başka renk göremediklerini dile getirirler. Ben de bir kereliğine hayatımda hiç yapmadığım renkte bir heykel yapma kararı aldım ve geçenlerde de bunu yaptım. Bunun duygusunu merak ettiğim için heykelimi “asla boyamam” dediğim bir renge boyadım. İyi mi geldi kötü mü, onun kararını hala verebilmiş değilim ancak bahsettiğim gibi bu çok sistematik bir karardı. Bahsettiğim gibi hayatta bir şeyler değiştikçe heykellerim ve kullandığım renkler de değişiyor. Belki şu anda stabil bir durumdayım. Yeni bir renk veya form kullanmaya başlar mıyım, onu da hayat gösterecek.
5.En büyük hayalim heykel gibi ,içinde yaşanabilecek bir bina yapmak demişsiniz. Yakın zamanda Louis Vuitton’un İstinye Parktaki yeni mağazasının dış cephesine kalıcı bir yerleştirme gerçekleştirdiniz. Süreç nasıl gelişti? Ne kadar sürede çalıştınız?
İlk soruda bahsettiğim gibi Kuzguncuk’ta çok değerli mimarlarla büyüdüm. O yüzden mimariye inanılmaz bir ilgim vardı çocukluktan beri. Mimarinin gerçek anlamda bir sanat olduğunu düşünüyorum. Zaman geçtikçe mimariye olan ilgim değişmedi, hatta giderek arttı. 25-26 yaşlarındayken “Heykelsi Binalar” adında bir sergi yapmıştım. Hayallerimde hep heykel gibi bir bina yapmak vardı. Son dönemde Louis Vuitton’la yaptığımız proje bunun ilk adımı gibiydi. Bu anlamda en azından hayallerimi bir parça da olsa gerçekleştirme fırsatı buldum. Benim için çok heyecanlı, öğretici ve deneyim kazandığım bir süreç oldu. Bildiğiniz gibi Louis Vuitton dünyada birçok sanatçıyla çeşitli işbirlikleri gerçekleştiriyor. Ama genelde bu işbirlikleri genelde vitrin veya ürün tasarımı şeklinde gerçekleşiyor. Bu proje onlar için de bir ilk oldu; dünyada ilk defa bir sanatçıyla cephe tasarımı yaptılar ve böylece cepheyi bir sanatçıya teslim ettiler. Bu anlamda gerçekten çok heyecan verici bir projeydi. Süreç pandemi öncesinde başladı. Paris’teki Louis Vuitton’la çalışmaya başladık. Onlar da burada Aytül Ayke Fıratoğlu ile çalışıyor. Paris’teki mağaza Aytül’e cephe tasarımı için bir sanatçıyla çalışmak istediklerini dile getirip kendilerine bir sanatçı önermesini rica ediyor. Kendisi de birkaç isim öneriyor. Louis Vuitton bu isimleri araştırdıktan sonra benimle çalışmaya karar veriyor ve süreç bu şekilde başlıyor. Projeye pandemi öncesinde başlamıştık fakat pandeminin araya girmesi çalışmaları biraz yavaşlattı. Fakat tasarım sürecinden imalata kadar, sürecin tamamlanması yaklaşık bir buçuk yıl sürdü. Teknik açıdan çok zor bir işti, çok sayıda mühendis ve statikçi çalıştı. Böyle bir işe kalktığınız zaman bu sadece heykel yapıp oraya koymakla bitmiyor; işin mühendislik ve teknik gerektiren kısımları var. Ben bu süreçleri her zaman çok değerli bulmuşumdur ve bana çok yeni şeyler öğrettiğini düşündüğüm için benim için çok keyifli bir dönemdi. Sonucundan da gayet memnunum. Gerçekten çok keyif aldığım bir proje oldu. Louis Vuitton da aynı şekilde sonuçtan çok memnun. En başından beri onlara “ben size bir cephe tasarlamayayım, size içine girilecek bir heykel yapayım” diyordum. Onlar da bu fikre heyecanla yaklaştılar. Louis Vuitton en başından beri her şeye çok açıktı bu yüzden önümü çok açtılar. İstediğim her şeye onay verdiler. Cephenin malzemesi taştan yapıldı. Gerçekten çok zordu ancak o konuda da hiç tereddüt etmediler. Nasıl uygulanacağına dair çözümler ürettiler. Bu yüzden benim için inanılmaz bir deneyimdi. Hayallerimin bir kısmını gerçekleştirmek için atılan önemli adımlardan biriydi benim için.
6.O şahane sanat eseri binaya baktığınızda ilk an ne düşündünüz ?
Açıkçası orada şöyle bir zorluk vardı: cephe inşaat süreci boyunca kapalıydı ve binanın önünde çok dar bir alan vardı. Ancak Louis Vuitton iş bitene ve mağaza açılana kadar yapının ufacık bir kısmının bile gözükmesini istemedi. O yüzden ne ben montaj sırasında işin bütünü görebildim, ne de uzaktan bakabildim. Bu sebeple sonucun ne olacağına dair, yaptığım tasarımın kafamdakiyle örtüşüp örtüşmeyeceğine dair bir heyecan içindeydim. Bina tamamlandıktan sonra bir gecede brandalar açıldı. Gündüz gözüyle gittiğim zaman ilk defa tasarımın bütününü gördüğüm için ben de çok heyecanlandım. Bir yandan da uzun soluklu bir projeydi, bir çeşit hayallerin gerçekleşmesi durumu yaşandı. Karşısına geçip bir kahve içtim. İlk başta tahayyül ettiğim, gözümü kapattığımda beliren binanın gerçekleştirdiğini gördüm ve hiçbir eksiği yoktu. Tam kafamdaki gibi sonuçlandı. Benim için gerçekten çok keyifliydi.
7.Eserleriniz Türkiye’nin çok değerli koleksiyonlarında yer alıyor. Ne mutlu ki aralarında Eczacıbaşı Vakfı, Odunpazarı Modern Müzesi, Baksı Müzesi ve Elgiz müzesi yer alıyor. Bu önemli koleksiyonlarda olmak size ne hissettiriyor?
Evet, bir şeylere çok erken başlamanın verdiği bir fırsatla yapıtlarım hem burada hem yurtdışında birçok koleksiyona çok erken dönemlerde girdi. Ancak hiçbir zaman işlerimi satılma veya koleksiyona girme motivasyonuyla yapmıyorum. Hatta üniversitede heykel yaparken sergi açma heyecanı taşıyordum. Emin olun galeri sisteminin nasıl yürüdüğüne ve nasıl satış yapıldığına dair hiçbir fikrim yoktu. Hatta ilk açtığım sergide işler satıldığı ve bana para verdikleri zaman çok şaşırmıştım. Bu işlerin satıldığını ve bundan para kazanabildiğimi ilk kez orada öğrendim. Onun dışında benim için sadece heykel yapmak vardı. Nereye gideceğini asla düşünmedim. Bunun hesabını hiç yapmadım. Ancak bu sistemin içine girince, işler koleksiyonlara girmeye başladıkça şöyle düşünmeye başladım: “izleyiciler bunu beğeniyor ve izlemek için alıp karşılarına koyuyorlar.” Ki bu bence her sanatçı için muhteşem bir duygu olsa gerek. Daha sonra bundan büyük zevk almaya başladım ve evet, hayaller bundan sonra biraz daha arttı. Yine de hala heykellerimi bir yere ulaşması için yapmıyorum. Aslında onları yaptıktan sonra hayata bırakıyorum. Onlar kendi yolculuklarını buluyorlar. Ulaştıkları yer neresi olursa bundan mutlu oluyorum. Bu bir müze de olabilir, bir koleksiyon da, ya da sokağa bıraktığım bir iş de… Özellikle yurt dışında müzelere ve koleksiyonlara girmeye başladığım zaman büyük bir heyecan yaşamaya başladım. Ancak dediğim gibi, bir iş gittikten sonra ben atölyeme dönüyor ve tekrar üretmeye başlıyorum; nereye gideceğini bilmeden.
8.Maldivler için yaptığınız projeden biraz bize bahsedebilir misiniz?
Maldivler’de gerçekleştirdiğim projenin de yapısal bir heykel olduğunu söyleyebilirim. Oradaki projede de Dural’larla çalıştık. Esin Dural gerçekten çok vizyoner biri. Oradaki bir adanın girişini oluşturacak bir heykel bu. Bana adanın girişine bir heykel yapmam için teklifle geldiklerinde adaya girmek için içinden geçilen bir heykel yapılmasını önerdim. Heykelin içinden geçerek adanın içine geçmiş, yeni bir dünyaya açılmış oluyorsunuz. Bu da zamanlarda gerçekleştirdiğim en büyük projelerden biri. Henüz bitmedi, yapımı devam ediyor. Emin olun oldukça zor bir süreç, yaklaşık 40-45 metrelik bir heykelden bahsediyoruz. Yüksek ihtimalle Kasım ayında tamamlanacak. O da son dönemlerde en heyecan duyarak ve sonucunu heyecanla beklediğim işlerden biri oldu. Bu projelerle birlikte son dönemde kafam hep içine girilebilen heykel fikrine gitmeye başladı. En son, bundan 4-5 sene önce Caeli’de yaptığım kırmızı iş de öyleydi. İçine girilebiliyor ve içinde bir meditasyon alanı var. Sizi kabuk gibi saran, ekosu ve sesi olan bir yapıydı. Şu zamanlar projelerin de çok güzel bir şekilde denk gelmesiyle bu hayallerimi gerçekleştirmeye başladım. Dediğim gibi Maldivler’deki proje de bunlardan biri. O da umarım içine girilebilen bir heykel olarak sonlanacak. Louis Vuitton’daki gibi gidip baktığım zaman hayallerimdeki gibi olduğunu görmeyi umut ediyorum.
9.Önümüzdeki dönemde bizi ne gibi sürpriz projeler bekliyor?
Önümüzdeki dönemde çok güzel projeler var. Öncelikle Dirimart’la birlikte yurt dışındaki fuarlara katılacağız. Önümüzde Art Basel Hong Kong ve Art Singapore var. Bunların dışında Türkiye’de çok uzun süredir bir sergi yapmadım. Son beş yıldır yurt dışında sergilerim oldu. Açıkçası Türkiye’de bir kişisel sergi gerçekleştirmeye çok fazla vaktim olmamıştı. Bu kadar zaman sonra Türkiye’de sergi gerçekleştirmeyi çok istiyorum. Bu yüzden galeri sergisiyle birlikte bir tane sürpriz proje var ama onu şimdi söylemeyeyim. Ama yine neredeyse tüm Türkiye’ye yayılan güzel bir projeye hazırlanıyoruz. Yaklaşık bir buçuk yıl süreceğini düşünüyorum ama sonrasında emin olun hepimizin çok keyif alacağı bir sergi projesi olduğunu söyleyebilirim.
10.Son dönemde sıkça konuşulan Nft hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası çok duyduğumuz bir şey ancak çok fazla üzerine düşünmedim ve çok fazla araştırmadım. Genelde teknolojik yapılanmalar sanatçılar tarafından kullanılır. Bunun ilk başta çok maddiyat odaklı bir konu olduğu hissine kapıldım. Bir sanatçının kullanabileceği bir mecradan çok sanatçının pazarlanabileceği bir mecra olduğunu düşündüğüm için çok sıcak bakmadım konuya. Hala hakkında çok fikrim yok açıkçası. Bunu gerçekleştirmek için birkaç teklif aldığım oldu. Ondan sonra daha derinlemesine araştırdım, hala araştırıyorum. Kafamdaki şey hiçbir zaman bir şeyi direkt reddetmek üzerine kurulu değil. Anlamaya çalışıyor, eğer ruhuma ve yapıma uyuyorsa onu sanatımda kullanmak üzerine hareket ediyorum. Dediğim gibi, hiçbir şeyi yapmış olmak için yapmam. NFT’nin beni yeni bir alana taşıyacağını veya yeni işler yapmama olanak tanıyacağını hissedersem evet yaparım, hiçbir şeye kapalı kalmayı da seçmiyorum.
Yazı ve Fotoğraflar: Fulden Karayel
Bir Şehirde Sanatın Evrenselliği Yankılanıyorsa, O Gün 19. Contemporary Istanbul Günüdür!
bir ay önceCaeli’de Alice’inizi Keşfetmenin Tam Zamanı Mı Dersiniz?
2 ay önceHayatınızdaki İzleri Bu Sergide Keşfetmeye Var Mısınız? | Yazan Fulden Karayel Okumuş
3 ay önceTesadüfün Sanata Dönüştüğü Yer: Olafur Eliasson’un İstanbul Boğazı’ndaki Sergisi | Yazan Fulden Karayel Okumuş
4 ay önceMücevher Tasarımcısı Ali Rıza Akdolu'nun Aliens Heykellerinin Sırrı 1 Milyon Yılda Mı Gizli? | Yazan Fulden Karayel Okumuş