6109d5f6-b0e3-40d8-bad6-12b8e06fda9f.jpeg

Self-Service Art: İki Küratör, İki Zıt Kavram | Yazan Begüm Erginbay

Begüm Erginbay

7 yıl önce





Self-service art, 18-19-20 Mayıs tarihlerinde düzenlenen performans günleri ile ilk etkinliğine imza attı. Ortak kurucuları ve küratörleri olan Pınar Derin Gençer ve Ayça Ceylan ile bir araya gelerek self-service art üzerine konuştuk.









Her ikisinin de aktif sanat hayatı ve yaptıkları birçok farklı iş var. Ama dinamiği iyi tutan iki arkadaş olarak ne yapabiliriz diye düşünmeye başlamışlar. Herhangi bir galeride sergi hazırlamak yerine, bu dinamiği self-service art adını verdikleri bir yapı kurarak taçlandırmışlar.





İstanbul merkezli bir deneyim aktarım alanı olarak tanımladıkları self-service art, izleyen izlenilen arasındaki yapıyı oluşturuyor. Aynı self-servis ile kahve alan bir kişi gibi, izleyici de işi gelip görüyor, deneyimlemek ve anlamlandırmak kendisine kalıyor. Self-service art yapısı dört ana bölümden oluşuyor; self-service performance, self-service exhibition, self-service talks ve self-service workshop.





 

Ayça, İstanbul’daki sergilerde performans ve konuşmaların geri planda kaldığını, atölyelerin ise ayrı bir işleyiş içinde olduğunu anlatırken Derin ise performansın sergi ile eşdeğer olması gerektiğini söylüyor. Bununla birlikte Ayça, ”Performans araba fuarındaki manken tadında olmamalı, araba fuarındaki markalardan biri gibi olmalı” dedi. Çünkü sergi, performans, konuşma ve atölyeler birbirini destekleyen şeyler. Bu yüzden bunları bir yapı içerisinde toplamaya karar vermişler.
İlkbahar-yaz dönemi için bir konsept, sonbahar-kış dönemi için ise farklı bir konsept belirleyip bu etkinlikleri gerçekleştirmeyi hedefliyorlar. Seçtikleri her konsept kontrast kavramları ele alıyor. Bu yılın ilkbahar-yaz konsepti “hatırlamak-unutmak”. Sonbahar-kış konsepti ise “iyi-kötü” olacak. Derin ve Ayça bu konseptleri belirlerken çok fazla vakit harcadıklarını ve önümüzdeki iki yılın konseptlerini belirlediklerini söylediler. Derin, aslında çok basit gibi görünen bu kavramları dört farklı bölümde ele alarak izleyicilerin bu kavramlar arasındaki dinamiği deneyimlemesini istediklerini belirtti.





Açık çağrı ile seçtikleri veya davet ettikleri sanatçıları bu zıt kavramları sorgulamaya iten Derin ve Ayça gelen işleri etkinliğe dahil etmeden önce belirledikleri konseptin süzgecinden geçiriyorlar. Bu dönemde Derin “unutmak” süzgecini elinde tutarken, Ayça “hatırlamak” süzgecinden işleri geçiriyor. Daha sonra bu kavramlar altında toplanan işler karşı karşıya getiriliyor. Örneğin performans bölümünde “hatırlamak” konsepti altında bir sanatçı ve “unutmak” konsepti altında farklı bir sanatçı performanslarını aynı anda sergiliyor. Böylece izleyici ikisi arasındaki dinamiği görebiliyor. Ayça, işlerin tekil olarak aktardıkları deneyimin diğer işler karşısında sergilendiğinde değişim gösterdiğine de inanıyor. Asıl olarak bu karşılaşmanın fazla çatışma olmadan, olabildiğince uzlaşmacı bir dil ve ortamda gerçekleştirilmesine odaklanmışlar. Hatta self-service art logosundaki yumuşak ve pastel renkler de bu dil ve ortamı simgeliyor. Ayça ve Derin, ülke olarak da birbirimizin boğazını sıkmadan iletişim kurmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunun altını çiziyor.





Ben de Krank Art Gallery ve Tomtom Gardens mekan işbirliğiyle Palazzo Tibaldi ve Otopark'ta gerçekleşen performans bölümünün ikinci gününe katılma fırsatı buldum. Sabit bir mekânı bulunmayan self-service art için seçtikleri mekanın da konsepti yansıtması önemli. Hatta Ayça mekâna gidiş yolunun bile deneyimi etkilediğini düşünüyor. Palazzo Tibaldi’nin hafızasını da göz önünde bulundurarak Krank Art Gallery bu mekanı önermiş, Tomtom Gardens da sponsor olmuş.





Ayça ve Derin’e hem ilk self service art etkinliğinin hem de performans günlerinin ilk gününden sonra neler hissettiklerini sordum. Performans esnasında bir köşeye çekilip ağlayanları veya kendi kendine gülümseyen insanları gören Derin hedeflerine ulaştıklarını hissetmiş çünkü birilerinin kalbine ulaştığını görmüş. Ayça ise oturma yerlerinin veya ikramın olmadığı bir mekanda izleyicilerin üç saat boyunca kalmasının dikkate değer olduğunu söylüyor. İlk gün neler olduğunu merak edip kapıya gelen mahalleli gençlerin ilgisi Ayça’yı çok mutlu etmiş. İkinci gün ben de o gençlerin meraklı gözlerine tanıdık oldum. Aralarında geçen ilginç yorumları duymak güzeldi. Self-service art sayesinde ilk kez performans sanatına tanıklık ettikleri için oldukça heyecanlıydılar.





İzlediğim performanslardan birkaç not aktarmam gerekirse eğer beni en çok etkileyen performans “Deneyüstü Deneyler” oldu. Dila Yumurtacı’ya ait bu performansta izleyiciler gözleri kapalı bir şekilde odaya alındı. Ortamın sessizliği gonk sesleri ile bölündü. Her bir gong sesinde farklı bir deneyim yaşadım. Birinin nefesini üzerimde hissettim, biri parmağını göğsüme öyle bir bastırdı ki nefes almaktan başka bir şey düşünemedim, biri kulağımın dibinde öyle bir güldü ki bende güldüm. Mitolojiye ilgisi olan biri olarak aynı anda gerçekleşen Pawel Korbus’un performansı da oldukça dikkat çekiciydi. Pawel, Yunan mitolojisinde yer altı dünyasında akan nehirlerden biri olan Lethe Nehri’nde yüzerek unutmayı deneyecekti. Pawel unutmayı başardı mı bilmiyorum ama izleyicilerin onun performansı esnasında kafasına damlayan su tanecikleri altında kıvranışını unutabilecek mi bilemiyorum. Unutamamak demişken Ceyda Alparslan’ın bir kuzuyu yediği performans benim hafızama kazındı diyebilirim. Vegan veya vejetaryen değilim ama bir yemek değil de bir cinayet izliyormuşum gibi hissettim. Eve gelip yıkandıktan sonra kuzunun kokusunu hala duyabiliyordum.




Genco Gülan ise o an cep telefonuna kaydettiği videolar ile izleyicilere hatırlamak ve unutmak kavramları tekrar tekrar sorgulattı.





Performans günlerinde yer alan sanaçtılar arasında Halil Atasever,
Neriman Arslan, Dilan Ceylan Emektar, İpek Taşdan,Berna Efeoğlu, Ufuk Şenel
Hilal Sibel Pekel, dadans ve Çağrı Erdem de vardı.




Performans günlerini kaçıran izleyiciler için Ayça ve Derin’in harika bir haberi var. Bu performans bölümü sadece İstanbul ile sınırlı kalmayacak. Yine bu dönem içerisinde ve aynı konsept altında bir performans bölümü Ankara’da gerçekleşecek. İstanbul’da gerçekleşen performans günlerinde yer alan bazı sanatçıların yanı sıra yine açık çağrı ile katılan veya davet edilen sanatçılar olacak. Bu performans günlerinin Ankara’ya taşınması aslında konsept için de başka bir kapı açıyor. Derin, İstanbul’daki performanstan Ankara’ya giden sanatçılar veya izleyicilerin İstanbul’daki performansları unutup Ankara’da hatırlayacağını düşünüyor.
 
 

 


İlkbahar-yaz döneminde yapılacak sergi, atölye ve konuşmaları kaçırmamak için self-servis art’ı sosyal medyadan takip etmeyi unutmayın.


 

Yazı: Begüm Erginbay
Fotoğraf: Ümit Çakır

 



En Çok Okunanlar

Bizi Whatsapp'ta takip edin