Serpil Mavi Üstün
Kendine Doğru
7 Mart - 29 Mart 2015
Harmony Sanat Galerisi
İnsanın kendine doğru yolculuğu, kendi imgesiyle ilkin bir ayna aracılığıyla karşılaştığı bebekliğinden itibaren, hayat boyu imgelerin eşlik ettiği bir süreçtir. İnsan bu yolda ne kadar mesafe katettiğinden hiçbir zaman emin olamasa da sonuçta elinde koskoca bir imge yumağı kalır. Gerçeğin bizim için olanaksız, mutlak boyutunda, bir imge neyse odur; ama bir bakış karşısında imge fazladan anlamlar yüklenir. Diğer bir deyişle, bakışın bakan kişiye döndürdüğü, imgenin gerçeği ile birlikte, kişinin kendisidir.
Rüyasında bir kelebek olduğunu gören Zhuang Zhou, uyandığında kafası karışmış olarak kendine şu soruyu sormuş: Ben biraz önce rüyasında bir kelebek olduğunu gören Zhuang Zhou muyum, yoksa şu anda rüyasında Zhuang Zhou olduğunu gören bir kelebek mi? Tao felsefesinin temel metinlerinden Zhuangzi’de geçen, 2,300 yaşındaki bu öykü, insanın kendine yolculuğunun başka bir boyutunu gözler önüne seriyor: Gerçeklerle olduğu kadar, düşlerle de biçimlenmiş olan benliğim, gerçekle düş arasındaki ayrıma nasıl karar verebilir? Kelebek olmak, Zhuang Zhou'nun arzusunun gerçeği ise, o zaman gerçeklik olarak düşündüğümüz şey, arzunun gerçeğini maskeleyen bir kurgudan ibaret demektir.
Ressamın kendine yolculuğu, gerçekle fantezi arasında geçişkenliğin söz konusu olduğu bir varoluş zemininde, esasen kendi imgelerine varma serüvenidir. Ressam açısından bu serüvende aslolan, arzunun gerçeği olduğunu söylediğimiz düşü yorumlamak suretiyle gerçekliğe iade etmek değil, düşü var etmek, onu imge imge örmektir. Nitekim resim yaptıkça kendine yaklaştığını, ihtiyacı olan her şeyin kendi içinde mevcut olduğunu fark ettiğini söylüyor Serpil Mavi Üstün. Sanatçının, her biri içe bakışı yansıtan portreleri, renk ve detay fazlalıklarından arındırılmış, yalın figürleriyle bizi kendi içindeki kaynaktan beslenen bir yolculuğa çıkarıyor. Nötr ve gerçekçi bir anlatımla resmedilmiş portreler, duygulanımın hüzün, yalnızlık, umarsızlık gibi keskin ve koyu tonlarından uzak, izleyiciye içtenlikli bir kendiyle buluşma, kendini sorgulama halini duyuruyor. Ressamın kendiyle bu doğrudan karşılaşmasında, sanat yapıtının bir dünya kurduğunu söyleyen Heidegger’i anımsatacak şekilde, sabırla yeniden düzenlenen, düşle, sadelikle yoğrularak ahenge, erince davet edilen bir dünyayı buluyoruz. Yine Heidegger’e başvuracak olursak, yapıtların yaratımında yeryüzü ile dünyanın kavgası da eksik değil; bir kuytuda dindirilmiş, hoyrat rüzgarlar, salınan sazların beşiğinde piyano tınısına dönüştürülmüş gürültüler de var. Bir koltuk, yaşanmışlığın mekanı içinde, yeni bir yer, yeni bir anlam arar gibi kendine; dünya sanat eliyle yeniden kurulurken yeryüzünün hırçınlığı da sürüyor.
Aynı gerilimi, Üstün'ün sıra dışı bir kadraja aldığı resimlerinde olduğu kadar, peyzajlarında ve daha düşük yoğunlukta olmakla birlikte, portrelerinde de bulmak mümkün. Fakat her seferinde masalsı bir etkiyle dengelenip yatıştırılmış bir huzursuzluk bu. Her şey bir yaz gecesinin ya da sabah mahmurluğunun dingin atmosferiyle kuşatılmış. Büyülü ezgisini çok uzaklardan duyuran ay, su altı dünyasının ritmik salınımına kapılmış izlenimi veren bitkiler, mitolojik çağrışımlarla yüklü zeytin, defne dalları, yer yer peyzajların sert dokunuşları bile adeta kulaklarımıza çalınan bir valsin emrinde. “Yeryüzü kendini örter, dünya ise kendini açandır” diyor Heidegger. Tam da bu diyalektiği, bir “toccata ve füg” birlikteliğini akla getiriyor Serpil Mavi Üstün’ün resimleri. Uzaklık-yakınlık, dağılmak-toplanmak, kaçınmak-dokunmak, susmak-konuşmak, tüm bu ikilikler, sanatçının kendine belirli bir mesafeden, dürüstçe bakabilmesi sayesinde resimlerde aynı anda hissedilir, görülür hale geliyor.
İnsan nerede huzur bulur, neye sığınır; sıla özlemi, yuva arayışı biter mi insanın? Akşamüstü işten dönen babasını karşılayan çocuğun kulaklarında binlerce kanat çırpışıyla yerden havalanıveren bir kuş sürüsünün sesi vardır. Göz kapakları kapanıp başı önüne düşerken insanın kirpiklerinde biraz da geçmiş karların ağırlığı vardır. Sevdiğiyle buluşmayı bekleyenlerin heyecanında, ayağına kocaman terlikler geçirmiş küçüklerin adımlarında alttan alta duyulan bir su şıpırtısı vardır. Dalgın dalgın saçıyla oynayan kızın bakışlarında dolunayın gölün karanlık sularında yansıyan ışığı vardır. Birden başlayan yağmurda eskiden kalma bir telaş, birden çakan şimşekte çoktan parlayıp sönmüş bir öfke vardır. Bütün bunların var olduğunu sezdiriyor, sezdirmekten öte, duyumsatıyor Serpil’in resimleri.
Müzik:Müzikotek