Yusuf Katipoğlu & Ursula Soltermann Katipoğlu
Beraber
16 Nisan – 11 Mayıs 2016
Harmony Sanat Galerisi
Egemen Berköz Harmony Sanat Galerisi’nde yer alan sergiyi şu şekilde anlatır:
‘’Yusuf’un resimlerine bakıyorum. Deniz (Karadeniz), dalgalar, kayık-taka, balık-hamsi, yelken-tekne, kemençe, peştemal... Trabzon özetle ve bir de Mevlevi dervişi... Ama hepsi, ünlü bir ressamın bu balık değil, resim dediği gibi: Deniz, dalgalar, hamsi, taka... hepsi Yusuf. Derviş de Yusuf.
Ursula’nın resimlerine bakıyorum. Kareler, dikdörtgenler, yuvarlaklar iç içe, yan yana, alt alta, üst üste, her resimde ayrı bir yerleşim. Figür yok mu? Var. O soyut-geometrik biçimlerin arasına gizlenmiş, belli belirsiz kadın bedenleri... Kimi dikine dikdörtgenlerse üçü beşi bir arada karşı yakanın gökdelenlerini çağrıştırmıyor mu?
Yusuf’da renkler canlı alabildiğine, tuvalden fırlar gibi... Ursula’nın renkleriyse yumuşak, ipek dinginliğinde...
Yusuf kendi de renkleri gibi, heyecanlı, bağırarak konuşuyor, diyor ki ben öykücüyüm, Ursula soyutçu. Ursula alt perdeden konuşuyor, uysal, onaylıyor başını sallayarak.
İkisi de tıpkı resimlerine benziyor ya da resimleri onlara... Ve inanması zor ama bu iki ressam otuz altı yıldır evliler ve aynı evde yaşıyor, resim yapıyorlar.
Peki nasıl oluyor bu? Karşıtların uyumu mu? Dalgalarla yamaçların... Coşkuyla dinginliğin... Biri deniz kıyısından, biri dağ yamacından... Ama Trabzon’un denize inen yamaçlarına da tırmanmıştır kuşkusuz Yusuf... Ursula da İsviçre’nin göllerinin dalgalarında kulaç atmıştır... Biri Karadeniz’den, Trabzon’un Arafili Mahallesi’nden... Biri İsviçre’nin Rhone vadisinden, Brig kasabasından... Biri Trabzon’dan İstanbul’a, Güzel Sanatlar Akademisi’ne, sonunda Zürih’e... Biri Brig’den Sion’a, Güzel Sanatlar Akademisi’ne, oradan Zürih’e... Ve otuz altı yıldır Kuzguncuk’ta, aynı evde...
Yusuf biz diyor nereye baksak resim görürüz. Ursula da onaylıyor. Ağaca baksalar resim, eve baksalar resim, takaya baksalar resim, dağa-denize-balığa-kediye, neye baksalar resim...
Ama baktıkları aynı olsa da gördükleri-yaptıkları resim çok farklı... Her biri kendi resmini yapıyor... Ve birbirlerini eleştiriyorlar... “Hem de çatır çatır” diyor Yusuf, “Hiç acımadan” diyor Ursula da... Evet, bakıyorlar, çiziyorlar, boyuyorlar, tartışıyorlar, sergi açıyorlar, kaç sergi açmışlar bugüne kadar, sormadım, onlar da söylemedi...
Tek söyledikleri: Bu, birlikte 15. Sergileri...
Yusuf resmini dalgalardan dokuyor... Takalar, kayıklar, balıklar, balıkçı amca, kemençeci dayı, hepsi dalgadan... Karadeniz’e
özgü peştamalın kendine özgü çizgileri de katılmış bu dokumaya, Trabzonlunun hızlı konuşması, tezcanlılığı da... Peki o mum alevinin üstünde dönen dervişin yolu nasıl düşmüş ola Yusuf’un düşlemine? Dalgaların –durmaz durulmaz- tekdüze gelip çekilişiyle Mevlevilerin tekdüze dönüşü arasındaki benzeşme mi ona esin vermiş ola?
Ursula ise soyut-geometrik biçimlerle somut gerçeği arıyor... Soyut biçimleri birer resim öğesi olarak kullanıyor... Ursula’nın dünyayla - ülkeyle, yaşadığı kentle – ilgili gözlemleri, hatta eleştirileri değil mi o pastel renkli dikdörtgen, kare ve dairelerle kurduğu resim yapıları? Betonlaşan kent, uçak (bomba da atabilir, gürültüdür de...) yalnızca renklerin ve biçimlerin uyumla bir araya getirildiği resim yapıları da olabilirler, bir eleştiri, yaşadığımız dünyaya (ülkeye, kente) ilişkin bir saptama da...
İşte bir sergi, iki ressam, iki yaşam: Ressamların kişilikleriyle bire bir örtüşen iki resim dünyası. Heyecanla konuşan, dinle beni diyen resimlerin yanında dingin, sessizce gösteren resimler...’’
Müzik: Müzikotek