Tanıklıklar, Yaşam olgusu , Doğa ve İnsan Yazan: Evrim Sekmen
Sanatın karanlık dehlizinde kaybolurken sanatçılar bize el uzatıyor. Eserleriyle iletişime geçmemizi sanatın aslında en eski iletişim yolu olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyorlar. Gombrich’in sanat yoktur sanatçılar vardır vurgusunun üzerinde bir kez daha düşündüğümüzde yeni bakış açıları keşfediyoruz. Sanat tarihi dizgesinden kopup sanatçıların eserlerine yöneldiğimizde fikir yürütmeye başlıyor ve kendi tekilliğimiz kadarıyla anlam yükleyebiliyoruz. Bu bakış açısıyla sanat şartlandırmalardan ve ezberden uzaklaşıp yeni formlar kazanmaktadır. Çünkü artık üretimin çoğulluğunda bakış açıları da çoğunluktadır. Gördüğümüz her sergi bize açılan bir dünyadır ve her biri için herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Olmalıdır da…
Merih Yıldız’ın Şehrin Tanığı sergisi mekanlarla yaşanmışlıklar üzerinden kurduğu bağı tuvallerine yansıtması anlamında önemli.. Bunu yaparken kullandığı teknik ve dokusal tatla izleyicinin tuvalin üzerinde kompozisyonu anlamlandırması kolaylaşıyor. Sanatçının resmettiği kafeler, kent sokakları yaşadığımızın bir oyun olduğunu teatral kompozisyonlarla bize duyumsatmaktadır. Sanatçı bir seyir halinde kente bakmakta ve sokaktaki kedi figürünü bile atlamadan sahneyi yaşamla iç içe kılmaktadır. Yıldız’ın resimleri her ne kadar dış dünyaya özgü olsa da aslında dış dünya iç dünyanın bir yansımasıdır. Belki de biz figürlerin her birinde sanatçının kendini görüyoruz. Sanat ve sanatçı gözlem,duygu ve teknik potasında birleşmiştir.
Söz söylenmesi gereken diğer bir sergi Abdülkerim Bozan’a ait. Yaşam Çığlığı adlı enstalasyonlarında plesentadan yola çıkarak yetişkin insanlarında bir fetüsmüşçesine yaşamsal bir döngüde olduğuna vurgu yapmaktadır. Yaşamsal bağ plasenta, görünür olduğu zaman bir tutsaklık ve insanın açmazlarını sergileyen bir kılıfa dönüşüyor.
Bozan’ın resimlerinde dikkat çeken bir diğer öge olan sineğin plesanta sıvısı tarafından tutsak edilmiş bireyin üzerinde yer almasına ve aslında onu izleyen bir gölge gibi modern insanı simgelemesine tanıklık ediyoruz. Biyolojik oluşumdan yola çıkıp dijital tekniklerle bireyin sorununa eğilen Abdülkerim Bozan kullandığı metaforlarla yaratmak isteği kimliğe sahip çıkıyor ve dönüşümünü sorunsallaştırmaya devam etmekte..
Nadide Akdeniz resmini Ankara Resim Heykel müzesinde gördüğüm resimle tanımıştım .Doğayı bütün kusursuzluğuyla yansıtmaktadır. Renklerin canlılığı ve gerçekliği göz doldurmakta insan ögesinin bulunmaması resme bir tür kutsallık katmaktadır. Sanatçının Çağla Cabaoğlu galerisindeki son sergisinin adı “Gözetleme”. Doğanın ardından insanlara bakıyor. Organik bir bakışla denetim toplumunu gözlemliyor. İnsanın doğasından uzaklaşmasına dikkat çekmektedir.
Mayıs ayının son sergilerinden biri ise Shirin Neshat’ın fotoğraf sergisi. Shirin Neshat Allahın kadınları sergisi ile dikkatleri üzerine çekmişti. Savaş sırasında kadın portrelerini fotoğraflamıştı. Drimart’taki sergisi ise yas tutanlar. Üzgün ama asla dramatik olmayan yüzler görüyoruz bu sefer…
Newyork’ta yaşayan İranlı Shirin sanatını göstererek değil gizleyerek anlatıyor. Abartılı dışavurumlardan kaçınan fotoğrafı kapalı toplumların barındırdığı tüm baskıyı ve sonsuz tevekkülü dile getiriyor. Sanatın ihtilaflı arazisindeki insan sergiyi özetliyor. Farklılıkların, çatışmanın olduğu bir dünyada sanat yardıma yetişiyor.
Yazının sınırları yeterli gelebilseydi dört serginin de aklımızda yer eden sorularını çoğaltabilirdik. İnsana dair sorularda sanatça cevap aramaların görsel ifadesi olan üretimlerin izleğinde kimlik , mekan, doğa ile ilgili kurgulara göz atmak istiyorsanız bu sergiler şiddetle tavsiye edilir. Kendi cevaplarınızı bulmanız dileğimle…
Abdülkerim Bozan ve ben..
Yazı ve Fotoğraflar: Evrim Sekmen
Yazı ve Fotoğraflar: Evrim Sekmen
Yorum yapmak için tıklayın