3 Özel Kadın, 3 Sergi Yazan:Banu Çarmıklı
Bu haftaki yazımı üç kadın sanatçıya ayırmak istedim. İlki en cesur Türk kadın sanatçı olarak bilinen Şükran Moral. İkincisi 1971’deki askeri darbede tutuklanıp müebbet hapis cezası alan hükümlülerle birlikte yattığı sivil hapishanedeki gözlemlerine dayanan resimleri ile tanınan Gülsün Karamustafa ve üçüncüsü
Alman sanatçı Rebecca Horn.
İlk durağım İğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde yer alan tarihi Mısır Apartmanındaki Şükran Moral & Valie Export sergisi. Galeri Zilberman’ın mekanına girdiğimde ilk dikkatimi çeken sanatçının ana duvarda yer alan çıplak olarak çarmıha gerilmiş Hz. İsa pozu verdiği eseri oluyor. Hem kışkırtıcı hem de çok cesur bulduğum adeta bir heykeli andıran çalışmada Moral, sanki kadın cinselliğine dair yanlış algılara ve düşüncelere meydan okuyor ve bedenini kullanarak bir bakıma performans sanatı icra ediyor. Kanımca hem zihinsel hem fiziksel acıyı hissederken beden artık bir nesneden çok acı simgesi halini alıyor.
Savaş, kadın, göç, din, cinsellik ve genelevler gibi konuları ele alan Moral, ataerkil toplumlarda kadın olmanın zorluklarını vurgulayan işler üretiyor. Feminist bir bakış açısına sahip olan sanatçı baskıcı erkek hegemonyanın olduğu toplumlarda, kadının bireyliğini kaybettiğini onun bir erotik nesneye dönüştüğünü savunur.
Galerinin diğer bir köşesinde yer alan “Despair(umutsuzluk) “ başlıklı video, ülkelerini terk edip hayata sıfırdan başlamak hayalleri kuran insanların, yeni ufuklara seyahatini anlatan anlamlı bir çalışmaydı.
Hızlı adımlarla bir sonraki durağım Beyoğlu Salt’a yürürken, kapatılma ile karşı karşıya olan ” Robinson Crusoe 389 “ kitapçısına girmeden yapamadım. İçeriye adım atar atmaz, kitap kokusunu aldığınız bu harika mekan hiçbir yerde bulamadığım çok özel kitapları bana bulmuştur. Kısa bir yürüyüşten sonra Salt Beyoğlu’ndayım. Kapıda sanatçı Halil Altındere’nin “Guard” adlı minyatür heykeli beni karşılıyor.
Bienale paralel etkinlik çerçevesinde yer alan Gülsün Karamustafa’nın “ Vadedilmiş bir Sergi” adlı sergisini dolaşıyorum. Sanatçının deyimi ile arkeolojik bir araştırma gibi üzerinde bir yıl çalıştığı, Türkiye’de daha evvel görülmemiş, Avrupa’da sergilenmiş ve 1972-2012 yılları arası hem yeni hem eski işlerinin olduğu büyük bir sergi. Sanatçının uzun kariyeri boyunca ürettiği kolajlar, videolar, yerleştirmeler ve tablolar mekanın her köşesine yayılmışlar. Galeri salonlarını gezerken karşıma bir erkek manken figürü çıkıyor. Sanatçının 1987’de Beyoğlu’nda bulduğu demode manken, kırık kolu, makyajı ve pembe elbisesi ile o dönem Türkiye’sinde çift cinsiyet hakkında bize ipucu veriyor.
Diğer ilginç bir iş ise “Etiquette”( [Adab-ı Muaşeret]. Pierre Lafitte et Cie tarafından Paris’te basılan masa görgü kurallarının olduğu kitapta Batının görsel dil ve değerleri dilimize tercüme edildiğinde “Adab-ı Muaşeret” diye çevrilir. Tercümedeki başarısızlığı sanatçı şık bir sofra ile görselleştirir. Sanatçının sofraya yerleştirdiği bardaklar üzerinde yer alan; “PEK AZ ERKEK BİR KADIN ELİNİ ZARİFANE ÖPMEYİ BİLİR” yazısı bahsedilen çeviriye iyi bir örnek olup yüzümde gülümseme yarattı.
Mekandaki bir çok eserin önünden uzun zaman ayrılamadım. Ama bir tanesi var ki beni çok etkiledi. Bir mahkûmun vücudunun farklı yerlerindeki yaralara yazdığı şiirleri okurken çok duygulandım. Hapishanedeki sigara izmaritlerinden yapılan tablo ise adeta içilen her sigaranın arkasında bir insana ait hikâye olduğunu düşündürdü bana.
80’lerde Türkiye’de kırsal alandan kente bir göç söz konusu olur. Maddi ve görsel kültürde oluşan değişim, kitsch ve arabesk kültürünü beraberinde getirir. Sergide üzerinde ikonik imgelerin yer aldığı heykel ve halılar kültür karmaşasının dikkat çekici örnekleriydi. “Mistik Nakliye” adlı yerleştirme ise, kolaylıkla hareket ettirilen metal sepetler içine konulmuş renkli yorganlar ile göç olgusunu vurgulayan güzel bir çalışma. Sanatçının da çocukluğunda Ankara-İstanbul arasında geçen tren yolculukları sanıyorum bu kültürü daha yakından deneyimlemesine neden olmuştur.
İstanbul’da açılan diğer önemli bir sergi ise Galeri Artist’te yer alan “Chemical Wedding in İstanbul “ başlıklı Alman sanatçı Rebecca Horn’a ait. Daha önce heykel, film, çizim ve enstalasyon gibi sanatın farklı dallarında ürettiği işlerini gördüğüm sanatçı, İstanbul için “Tree of Claws” başlıklı ilginç bir çalışma gerçekleştirmiş. Ağaçlar üzerine konumlanmış, dönen hareket halinde olan aynaların retina ile algılanması sonucu izleyende optik bir deneyim yaşatan bu eserin, bir müzeye gitmesini ümit ediyorum. Sanatçının hareket ve ışığı kullanarak gerçekleştirdiği eserlerinde görsel sanat dilinin, ne kadar yalın olduğu gözden kaçmıyor. Kanadının hareket etmesini sağlayan elektro mekanik alet ile hayat bulan “Funnel Butterfly” adlı çalışma ise hem zekice tasarlanmış, hem de sanatçı esere romantik ve şiirsel bir anlam yüklemiş. Galerinin diğer bir köşesinde yer alan Horn’un seksüelliğe ait dokundurmaları ve imaları ile yüklü “ Sultanın Dil Evi” adlı eseri ilginçti. Muhteşem bir hayal gücü ve kusursuz, mükemmel Alman mühendisliğinin en güzel örneklerinin sunulduğu özel bir sergi.
Yazan: Banu Çarmıklı