Kraliyet Sanat Akademisi küratörlerinden Martin Caiger-Smith ve Sarah Lea‘in üstlendiği 13 salonda izleyici ile buluşan müthiş sergi ile sanatçı yine beden, mekan, zaman arasındaki tüm ezberleri alt üst etti.
1950 yılında İrlanda kökenli bir baba ve Alman kökenli bir annenin 7. ve en küçük çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yıllarını, ailenin en küçük çocuğu olmasından mıdır bilinmez, hep ailesinden soyutlanmış ve dışlanmış olarak geçirdi. Evin bahçesinde ki ufak ardiye deposu, belki sanatçının ilk stüdyosu oldu. Bu ufak depo alanında yalnız olmaktan çok hoşlanan ufak Gormley’in bir diğer merakı ise Britanya Müzesi’nde Mısır’a ait bölümlerde gezinmekti. Siyah bazait taşlardan heykeller çok ilgisini çekti ve onu adeta sanata adım adım yaklaştıran bir aracı oldu.
İlk eğitimini Ampleforth College ve Yorkshire’da Benedictine Okulu’nda yatılı olarak alan sanatçı ailesinden de yoğun bir dini eğitim ve baskı altındaydı. 1968 -1971 yıllarında Cambridge Üniversitesi ve sonrasında Trinity Collage’de arkeoloji, antropoloji ve sanat tarihi egitimleri aldı. Aileden aldığı yoğun dini bilgilerini ve inancını sorgulamaya başlayan sanatçı inancını yitirme noktasına geldi. 1960 yılları, hippi gençliği ve protesto kültürünün etkisi onu bir arayışa ve sorgulamaya itti. Bu dönemden sonra dini inançları hep bir çatışma içinde oldu. Bu arayış onu popüler kültürün etkisi ile Budizme yöneltti. Türkiye, İran, Afganistan ve Sri Lanka’ya seyahatler yapan sanatçı katolik inancından uzaklaşıp Budizme yöneldikçe çalışmaları heykelden çok resime ve çizimlere döndü. Hindistan’da bulunduğu iki yıl içinde meditasyon teknikleri ile Vipassana (iç görü farkındalık) ile tanışan sanatçı bu süre içinde sabahları fiziksel ve nefes kontrolü egzersizleri yapma fırsatı buldu. Bir söyleşisinde bu egzersizlerin “Heykel çalışırken dikkatli ve tutumlu olma disiplininin temellerini oluşturduğunu“ dile getirmiştir.
Bu çelişkili günlerde İngiliz yontu sanatı da bir devrim içindeydi. Kuralların yeniden şekillendiği bu dönemde geleneksel heykel yapma sürecini redederek soyut, kavramsal ve bağımsız bir disiplin benimsemiştir. Bu dönemde kendi okulu St.Martin School of Art’ı terkederek Goldsmith College‘i tercih etmiştir. Yaşadığı içsel çatışmalar sanatçıyı “Sanat nedir?, Sanatçı nedir?, Obje ile ilgilen sanat, sanatın tüm potansiyelini kullanamayacağına göre duyguları, deneyimleri aktarabilecek yeni bir yöntem ne olabilir?” sorularına cevap aramaya yöneltti. Bu nedenle Gormley obje dünyasından uzaklaşıp bedene, insan bedenine yöneldi. Sanatçı “Gerçek yaşamı obje olarak kullanabilir miyiz?” sorusuna kendi bedenden kalıp alınarak yapılan heykellerle cevap verdi. “Sanırım insan bedenine yönelmemin nedeni sanatı insanoğlunun devamlılığı ile yeniden ilişkilendirmek.” diyen sanatçı için heykelleri bir “Beden Felsefesi”dir.
Kraliyet Akademisi’nin geniş avlusunda minik bir demir bebek ile sergi alanına giriyoruz. Sanatçının 6 günlük bebeğinin orjinal ölçülerindeki yeni doğan bebek formu gezegenimizin ana elementi olan demirden yapılmış. 14 adet üst üste konulmuş demir parçalarından oluşan heykelle ilk bakışta yığınlar gibi gözükse de dikkatle bakıldığında insan bedeni şekline bürünüyor. Geometri hacimler kemik, kas ve deriyi temsil ediyor.
1970-80 yılları arası erken dönem çalışmalarından örneklerin sergilendiği alanda sanatçının daha önce 1981 yılında ‘Bed’ çalışmasında kullandığı ekmekten yapılan ‘Mother’s Pride’.
Adem’le Havva’nın cennetten atılmasına sebep olan, Newton’un yerçekimini ispat ettiği elma formu. Toprağa düşen çekirdekten, elma formu oluşana kadar 53 aşamayı temsil ediyor. Sanatçı elmayı kullanarak genişleyen evren ve zaman ilişkinine bir gönderme yapıyor.
8 km uzunluğundaki alüminyum çubuklardan meydana gelen, tavan ve taban arasında bir çocuğunun kağıdı karalamasına veya beyin nöronlarının şeklinide anımsatan heykelin içine girerek adeta yutulmuşluk hissine kapılıyor.
Başı öne eğik insan formu. Yatay ve dikey çelik çubuklar sanatçının “cildin altındaki yaşam alanı” olarak adlandırdığı vücudun iç alanına işaret ediyor.
Bu mekan için tasarlanan beton duvarları güçlendirmek için kullanılan çelik kafesler, elle yapılan yüzbinlerce kaynakla birleştirilmiş. 6 ton ağırlığında, 21 asma oda büyüklüğündeki bu labirent mesafeyi algılama yeteneğimize meydan okuyor. Gözümüz önünde ve arkasında neyin yakın veya uzak olduğuna karar vermekte zorlanıyoruz.
1980‘lerde dökme demir ile çalışmaya başlayan sanatçının her biri yaşanmış bir anı kaydeden 6 benzer pozdan seri olarak üretilmiş Lost Horizon çalışması. Mekan içinde yerçekimine meydan okuyan eserler serginin en ilgi çekici bölümü.
‘’Beden, anlamın dışa vurulmasıdır; beden, içinde algılamaların oluştuğu, aynı zamanda algılamaların kendisinden çıkan şeydir.” (Gormley, 2004)
[[Video:https://data.arttv.com.tr/ekav/temp/mp4/2019/11/6/3861.mp4
1994 yılında heykel dalında Turner ödülü kazanan sanatçı, 2003‘den bu yana Kraliyet Akademisyeni ve 2007-2015 yılları arası British Museum Mütevelli Heyeti Üyesi olmuştur. 21 Eylül’de başlayan sergi 3 Aralık’a kadar Royal Academy of Arts‘da ziyaret edilebilir.
Yazı: Nurdan Ateş
David Hockney’nin Renkli Dünyasına Yolculuk: Londra’da Büyüleyici Bir Sergi
bir ay önceSonbaharın Habercisi: Frieze Sculpture 2024
11 ay önceMarina Abramović Kraliyet Sanat Akademisi’nde Retrospektif Sergi Açan İlk Kadın Sanatçı Oldu! I Yazan Nurdan Ateş
bir yıl önceKenan Yavuz Etnografya Müzesi'nde Hasat Sonu Şenliği I Yazan Nurdan Ateş
bir yıl önceÇin’in “Asi Dehası” Ai Weiwei Design Museum’da! I Yazan Nurdan Ateş