Duygular insanlığa dairdir, renkler de duyguları ifade etmenin en sade yollarından biridir. Pablo Picasso’nun da dediği gibi "Renkler, yüz hatları gibi, duyguların değişimlerini takip eder." Dolayısıyla renk, sadece estetik bir tercih olmaktan öte; sanatçının ruh halinin, arzularının ve korkularının dışarıya sızdığı en güçlü araçtır. Renklerin sahip olduğu güçlü etki, duyguları dışa vurmanın en primitif yollarından biri olmakla beraber, maruz kaldığımız renklerin de duygularımızı etkilemesi gibi bir döngü bulunmaktadır. Bu döngü hala tam olarak anlaşılamasa da ve renklerin duygularımız üzerindeki güçlü etkisi göz ardı edilse de ‘Renklerin Psikolojisi’ günümüzde önem kazanan ve çalışmalarını hızlandıran bir alan olarak dikkat çekmekte.
Renklerin psikolojik önemine dair araştırmalar sınırlı olsa dahi, renklere verilen sembolik önem yüzyıllardır göze çarpmaktadır. Mor renginin soyluluğu, altın renginin zenginliği, beyazın saflığı sembolize etmesi gibi anlamlar renk-psikoloji bağlantısının öneminin yüzyıllara dayandığını ve insanların düşüncelerini ve davranışlarını etkilediğini bize göstermektedir. Kültürel ve kişisel deneyimler bazında renklerin sembolize ettiği anlamlar farklılıklar gösterebilse de değişmeyen en önemli unsur renklerin sahip olduğu muazzam güçtür. Peki renklerin gücü sanatçıların yaratım sürecine ve eserlerine, estetik bir araç olmaktan öte nasıl yansımaktadır?

Renk Psikolojisi
Renk psikolojisi, renklerin duyguları ve dolayısıyla davranışları nasıl etkilediğini araştıran bir alandır. Renklerin algılanış şeklinin gerçekliğe dayalı olmadığını, inşa ettiğimiz bir gerçeklikten geçtiğini ve bu yüzden kişisel olduğunu vurgulamaktadır. Renklerle kurduğumuz bağ, yetiştiğimiz kültür ve çevreyle aynı zamanda karakteristik özelliklerimizle oldukça bağlantılıdır. İçinde yaşadığımız kültürün renklere yüklediği anlamlarla, kendi deneyimlerimiz ve ruh halimiz birleşince renklerle çevrelenen dünyamız ve algılayışımız şekillenmektedir. Bu sebeple, sanat zevkimiz sadece estetik perspektifimizden algılanabilecek bir konu olmaktan ziyade renklerle kurduğumuz bağ tarafından şekillenen bir deneyimdir. Fakat sanatçının ve sanatseverinin eser üzerinden kurduğu bağ, renk deneyimi sebebiyle ruhlarda birbirinden farklı izler bırakmaktadır. Sanatçı hissettiği aşkı tasvir etmek için kırmızı kullanırken, sanatsever kırmızıyı tehlike olarak algılayabilir ve bu durum eserin yaratıcısı ve izleyeni arasındaki bağın tonunu değiştirebilir. Öte yandan sanatçının yaratım sürecinde kullanmayı seçtiği renkler, o zamanki duygu durumuyla ilgili oldukça fazla ipucu verebilir. Fakat bu incelemeyi yaparken, sanatçının büyüdüğü kültürün de etkisini göz ardı etmemek mühimdir. Çünkü her kültür kendi renk sözlüğünü oluşturmaktadır. Örneğin beyaz renk bazı toplumlarda masumiyeti sembolize ederken, bazı kültürlerde ölümü çağrıştırmaktadır. Bütün bu bağlamları düşündüğümüzde, bir tabloya bakarak sanatçının duygu durumu hakkında kesin yargılarda bulunmak veya renk psikolojini evrenselleştirmek her ne kadar zor olsa da tabloların taşıdığı saklı sembolik dile kulaklarımızı tamamen kapatmak hem sanatseverlere hem de sanatçılara haksızlık olur.

Vincent Van Gogh, Sarı Ev, 1888, Tuval üzerine yağlı boya, 190 x 720
Van Gogh’un sarısı: Umudun Bekçisi
Dahilikle delilik arasındaki ince çizgide yürümekte uzman olan isimlerin başında gelen Van Gogh, sanatı aracılığıyla kendini anlamlandırmaya çalışan ve belki de ruhundaki zelzeleleri dünyaya anlatmaya çalışan sanatçılardan biriydi. Ve bu ifadeyi renklerin yardımıyla oluşturmak onun içsel stratejilerinden biri haline gelmişti. Mavi ve sarı ağırlıklı oluşturduğu renk paleti belki de estetik bir tercihten ibaret olmak yerine, ruhunun reel dünyaya yansımasıydı. 1888’ de yazdığı mektuplardan birinde şöyle demişti: ’’Gözlerimin önünde olanı birebir yansıtmak yerine, kendimi daha güçlü bir şekilde ifade edebilmek için rengi daha keyfi kullanıyorum.’’ Nitekim renklerin kuralardan bağımsız bir şekilde keyfi kullanımı, sanatçının ruhunun, her fırça darbesiyle esere yansıyışının en belirgin ve güzel örneklerindendir. Çünkü sanatçının özgürlüğü, ruhunun konuşmasına yer açar.
Van Gogh’un hayatı boyunca psikolojik rahatsızlıklarla mücadele ettiği bilinmektedir. Ve bu bilgi ister istemez Van Gogh’un eserlerine baktığımızda daha negatif duygularla karşılaşmamıza sebep olur ki bu da algımızın konstrüktivist (yapılandırmacı) olduğunun kanıtıdır. Fakat bu negatif duygu alışverişinin yanında, Van Gogh’un renk şemasına baktığımızda dikkat çeken bir renk bulunmaktadır: Sarı. Genelde depresif ruh halinin etkisiyle koyu mavi ve sarıyla kirletilmiş yeşil kullanmayı tercih eden Van Gogh, kendisini daha neşeli hissettiği dönemlerde sarının parlak tonlarıyla resimler yapmaktadır.
Yaşadığı ruhsal buhranlardan biraz da olsun uzaklaşabilmek için kardeşi Theo’nun önerisiyle Fransa’nın küçük bir köyü oyun Arles’a taşınmış ve burada sarı bir evde yaşamaya başlamıştır. Van Gogh’un orada yaşamasıyla birlikte ruhunun umutla ve nispeten neşeyle dolmaya başladığını, renk paletini koyu tonlardan sarıya taşımsıyla anlayabiliriz ki "Sarı Ev" tablosu bu dönemin önemli belirteçlerindendir. Aynı zamanda çok sevdiği Gauguin’in evine yapacağı ziyaretten haberdar olduktan sonra hissettiği sevinçle birlikte çizmeye başladığı eserler de ağırlıklı olarak sarının tonlarıyla çizilmiştir.

Pablo Picasso, Casagemas'ın Ölümü
Picasso’nun Mavi Dönemi: Sanatçının Çöküşü
Picasso, sanatının 1901-1904 yıllarını kapsayan dönemini "Mavi Dönem" olarak adlandırmıştır. Bu dönemin adını ‘Mavi’ koyması bir tesadüf değil, yaşadığı ruhsal bunaltının yansımasıdır. Picasso, "Casagemas’ın ölümünü düşünmek beni mavi resimler yapmaya itti." diyerek, onu mavi kullanımına iten faktörün yaşadığı travmatik bir süreç olduğunu belirmiştir. Ruhunun üzüntüyle ağırlaşmış hali, fırça darbelerini de etkileyerek, ortaya çıkan eserlerin mavi rengin gölgesinde melankolikleşmesine sebep olmuştur.
Arkadaşının ölümüyle birlikte yaşadığı duyguları, sanatıyla kucaklamış ve mavi rengi ruhunun zehrini akıtabilmek için kullanmıştır. Yoğunlukla mavinin koyu tonlarını seçerek, neşeli gözükebilecek hemen hemen her kavramdan uzaklaşmıştır. Ölümle karşı karşıya kalması, canlılıktan hareketsizliğe geçişi tablolarının temalarından biri haline getirmiş ve "Casagemas’ın Ölümü" adlı eseri, bu tema bağlamında mavi rengin ona hissettirdiği duyguların melankoliden de ağır olduğunu göstermiştir. Öte yandan yaşadığı ekonomik zorluklar ve şehir hayatının kalabalık yalnızlığı da onu etkilemiş ve mavinin etkisinin yaklaşık üç yıl sürmesine sebep olmuştur.
Sinan Duman
Başarılı bir deneme olmuş. Tebrik eder, başarılarının devamını dilerim. Sinan DumanEmre Yenidoğan
İlayda Hanım öncelikle iyi günler. Ben Emre Yenidoğan, nasıl gururla okudum yazılarınızı anlatamam. Paylaşımlar için emeklerinize sağlık.