Sanat, Stresi Azaltıyor | Yazan Zuhal Demirarslan
Günümüzde sanat, politikacılardan iş adamlarına, akademisyenlerden bilim insanlarına kadar hemen herkesin aklını biraz kurcalıyor. Hergün dünyanın herhangi bir yerinde savaş ve şiddetle karşı karşıya kalan bir sürü insan var. Bizim de yakından yaşadığımız göç meselesi tüm dünyayı meşgul ediyor. Öte yandan sürekli gelişen teknoloji bizi bilinmez bir geleceğe doğru götürüyor. Rekabetin ve güçlü olmanın neredeyse tek değer olarak sunulduğu bir devirde yaşıyoruz. Bu hızlı tempo içinde kendimize vakit ayırmayı çoğu zaman es geçiyoruz. Nicedir kendi iç sesimizi dinlemeyi unuttuk. Peki tüm bunlarla yaşamaya çalışırken sanat ne işe yarıyor? Sanırım yaşadığımız dünyayı ve olayları berrak bir zihinle daha doğru anlamlandırabilmek için sanata ihtiyacımız var. Çünkü sanatla dünyadaki güzellikleri görebiliyor ve duygularımız aracılığıyla yalnız olmadığımızı keşfedebiliyoruz. Acı, neşe, üzüntü, sevinç gibi duyguları bir sanat eserine bakarken, bir kitap okurken, bir film izlerken ya da bir müzik dinlerken hissedebiliyoruz. Ayrıca sanatın bizi günlük yaşamın stresinden uzaklaştırdığı bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda. Zorlu PSM’de gerçekleştirilen Digilogue’un organize ettiği Future Tellers’da, Google Arts & Culture program yöneticisi olan Eda Aksoy da konuşmacılar arasındaydı.Google Arts & Culture ‘ın Paris’teki araştırma ve geliştirme merkezinde görev alan Eda Aksoy, Nörobilim üzerine eğitim alarak, sanatın insan beyni üzerine etkilerini araştıran çalışmalar gerçekleştirdi. Tezinde, Metropolitan Müzesi’nde bir grup insanın sanat eserlerine bakarken yaşadıkları fizyolojik ve davranışsal tepkileri araştırdı. İnsanlardan müze ortamında sanat eserlerine bakmadan önce ve sonra bir tüpe tükürmeleri istendi ve stres seviyeleri tükürükteki kortizol hormonundan ölçüldü. Ayrıca insanlara eserleri ne kadar beğendikleri ve ne kadar uzun süre baktıkları gibi bir takım davranışsal sorular soruldu. Eda konuşmasında, aynı araştırmayı aynı eserlerle fakat bu sefer başka insanlarla bilgisayar ekranı önünde labaratuvarda yaptıklarını anlattı: “Sonuçlarda iki önemli bulgu vardı. Bunlardan biri; insanların hem müzede hem de bilgisayar önünde yarım saat ve bir saat arası eserlere baktıktan sonra streslerinin azaldığını gördük. İkinci önemli bulgu ise kişisel tercihlerin ne kadar önemli olduğuydu. İnsanlara hangi eserlerden etkilendiklerini sorduğumuzda çok farklı tercihler gördük. Bu küçük bir araştırmaydı ama bunda bile bireysel tercihlerin ne kadar önemli olduğunu farkettik.” Eda’nın görev aldığı Google Arts & Culture, insanları sanat ve kültüre yakınlaştırmak, teknolojik olarak öğrenmeyi motive etmek üzere bir takım çalışmalar yapıyor. Kar amacı olmayan bir platform ve Türkiye dahil 70 ülkeyle çalışıyor. Bu ülkelerden müzeler başta olmak üzere yaklaşık iki bin partnerleri var.
Eda Aksoy, yapay zeka, makine öğrenimi, sanal gerçeklik üzerinde yaptıkları çalışmaları anlattıkça konuşması benim için daha da ilginçleşti. Google Arts&Culture platformunda şu an 6 milyon kadar eser var ve Eda ile ekibi bunları insanlara nasıl ulaştırabilecekleri üzerine kafa yoruyorlar. Yaptıkları yeniliklerden biri de Art Selfie. Google Art &Culture uygulamasını telefonunuza yükledikten sonra uygulamadan fotoğrafınızı çekiyorsunuz ve sizin resminiz müzedeki portrelerle eşleştiriliyor. Bu özelliği ekledikten sonra uygulamanın kullanıcı sayısında ciddi bir atış olduğunu söyleyen Eda şunları anlattı; “Art selfie özelliğini ilk olarak ABD’de kullanıma sunduk ve 2 haftada 70 milyon kişi selfie çekti. Böylece daha önce sanatla hiç ilgilenmeyen insanlar bile bilmedikleri bazı sanat eserlerini keşfettiler. Hatta ABD’nin St. Louis şehrindeki bir kadın Art Selfie sayesinde büyükannesinin bir müzedeki eseri ile eşleşti. Bu bizim için de çok güzel bir süpriz oldu.”
Uygulamadaki bir başka özellik ise resimlerin beş ana rengini içinden alarak platformdaki aynı renk paletinde olan bütün diğer eserlerle birlikte size göstermesi. Böylece daha önce tanımadığınız eserleri keşfetme imkanı buluyorsunuz.
Bu özellik mimarlar ve tasarımcıların çok ilgisini çekiyor. Örneğin evinizde bir odanızın resmini çekip uygulamaya koyduğunuzda size odanızla aynı renk paletinde olan eserleri öneriyor.
Eda Aksoy, Google Arts & Culture ‘da savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerden dolayı yıkılan ya da yıkılma tehlikesi taşıyan kültürel mirasların nasıl korunabileceği üzerine de çalışmalar yaptıklarını anlattı. Bu tür tarihi yapılarda üç boyutlu tarayıcılarla çekim yaparak maketlerini çıkarıyorlar. Böylece daha önce gitmediğiniz dünyanın diğer ucundaki bir tapınağın ya da tarihi eserin digital olarak içine girip gezebiliyorsunuz.
Öyle görünüyor ki önümüzdeki üç beş yıl içinde bir dönüşümden bahsedeceğiz. Aslında bir nesil değişiyor ve biz nasıl evrileceğiz, bu dönüşüme nasıl adam yetiştirebileceğiz gibi sorular önem kazanmaya başladı. İnsanlığımızı ve duygularımızı kaybetmeden makinelerle rekabet etmek kolay değil. Bu yüzden sanatla ilişkiye girmeye izin vermemiz her zamankinden daha da önemli. Sanat tüm sorunlarımızı bir çırpıda çözmeyecektir elbette ama bir karşılaşma anı yaratabilir ve farklı bir bakış açısı kazandırabilir. Özellikle Türkiye’de sanatla ilişki kurmanın bir kural üzerinden olması gerektiği düşünülüyor. Bu yüzden çok çekingen davranılıyor. Oysa ki sanatla ilişki kurmak çok basit. İlk adım olarak bir müzeden ya da galeriden içeri girmemiz ve tüm yargılarımızı askıya alarak bir sanat eserine bakmamız yeterli. Bu sanatçı ne demiş ne anlatmış diye düşünmeden sadece eserle ilişki kurmak, o duyguları hissetmeye izin vermek ilk adım olabilir. Sonra sanatçının o eseri yaparken neler düşündüğünü, neler yaşadığını okuyabilirsiniz. Bu bilgiler ışığında tekrar baktığınızda eser size başka şeyler söyleyecektir. İşte kendinizle olduğunuz ve zihni susturabildiğiniz harika ve nitelikli bir zaman. En önemlisi o ilk adımı atmak ve bu ilişkiye izin vermek.
Yazı: Zuhal Demirarslan