Georg Baselitz’in 80. doğumgününün şerefine, Basel’deki Beyeler Müzesi bir
retrospektif sergi düzenliyor. Sergi, Baselitz’in 1959 senesinden 2017 senesine kadar ürettiği doksan adet resim ve on iki adet heykelden oluşuyor. Kapsamlı ve iyi hazırlanmış retrospektifler her zaman çok kıymetli; yalnızca belli bir sanatçının farklı dönem eserlerini bir arada görmek değil aynı zamanda bir sanatçı nasıl değişimlerinden geçerek dünya çapında bir sanatçı oluru göstermek adına.
Asıl ismi Hans-Georg Kern olan sanatçı 1938 senesinde Almanya’nın Deutschbaselitz kentinde dünyaya geliyor. Günümüzde bilinen ismi George Baselitz’i, doğduğu şehre olan aidiyetinin bir sembolü olarak 1961 senesinde kendine seçiyor. Çocukluğunun savaş sonrası döneme denk gelmesi nedeniyle savaş ve savaşın insan hayatı üzerindeki etkileri Baselitz’in sanatında sıkça irdelediği meseleler arasında yer alıyor.
Baselitz deyince ilk akla gelen nedir dendiğinde ise cevap kesin ve net olarak başaşağı duran resimleri. Müzeye girer girmez ziyaretçileri karşılayan da dört metre yüksekliğinde altı metre genişliğinde ayakları tepede başı aşağıda iki vucüdun resmedildiği dev bir resim oluyor. Fuarlarda görülenlerin en azından iki misli olan bu resme tanıklık etmek serginin gerisinde de yalnızca en özel eselerin yer aldığının ipucunu veriyor.
Küratör Martin Schwander sergiyi Baselitz ile birlikte hazırladıklarını söylüyor. Sanatçının neredeyse 60 senelik kariyerinin temel taşı niteliğindeki eserlerini hem Amerika hem Avrupa’da bulunan pek çok koleksiyon ve müzeden toparlamak oldukça uzun bir vakit almış. Sonunda ortaya çıkan ise bu hummalı çalışmayı yansıtmayacak şekilde kolaylıkla gezilip anlaşılabilen bir sergi olmuş.
1960’lı yıllardaki resimlerinin olduğu ilk odadan itibaren serginin tümü kronolojik bir sırayı takip ediyor. Bu odadaki figürler henüz daha kafalarının değil ayaklarının üzerlerinde duruyorlar. Son dönem eserlerinden renk seçimi ve boyama biçimi açısından farklı olan figüratif resimlerin yanı sıra manzara resimleri de bu bölümde yer alıyor. Sanatçının ilk dönemlerinin en belirgin serisi ise “Kahramanlar”, yani “Heroes”. Geçen sene Guggenheim Müzesi’nde sergilenen bu seri, Baselitz’in çocukluğunda doğduğu köyde tecrübe ettiği İkinci Dünya Savaşı bombalamalarını konu alıyor ve tema itibariyle Baselitz’in sonraki dönem eserlerinin de temelini oluşturuyor.
1970’li yıllarda parmak boyası tekniği denemelerine başlayan sanatçının bu dönemde ürettiği en başlıca eserlerinden biri sıradaki odada karşımıza çıkıyor. Bu eserin ismi olan “Finger Painting–Eagle / Parmak Boyası–Kartal” hem üretim tekniğini hem de motifini açıklar nitelikte. Sanatçının parmak ve ellerinin tabanını fırçanın yerine kullanarak yaptığı eser dizisi daha sonra “Parmak Boyamaları” olarak adlandırılıyor. “Kartal” ise bu eserler arasında en dikkat çekenlerden biri ve serginin de kapak resmi. Genelde güç ve cesaretin sembolü olan kartal Amerika dahil pek çok ülkenin de ulusal sembolü. 1972 tarihli bu resmin bir başka önemi daha var. O da Baselitz’in başaşşağı resimlerinin ilk örneklerinden birisi olması. Bu dizi resimle ilgili en çok merak edilen ise Baselitz’in onları ne şekilde resmettiği. Sanıldığının aksine sanatçı bu motifleri önce düz olarak resmedip sonradan ters çevirmiyor, başından itibaren ters olarak resmediyor. Bu da resimde görsel olarak algılanabilir bir fark yaratıyor. Sonuç mu? İki metre elli santim büyüklüğünde ters bir dev kartalla karşılaşınca ne hissedilebilirse o: huzursuz bir şaşkınlık.
Sanatçının artık imzası haline gelmiş olan figürleri ters boyama tekniği sorusuna bir söyleşide verdiği yanıt “(Ters resmetme) fikrine bayılıyorum ve bunu ilk benim yapmış olduğuma inanamıyorum.. Geçmişte yapılmış olanlardan farklı işler üretmek adına müthiş bir yöntem.”
Ters resmedilmiş eserlerin daha erken ve önemli bir örneği ise 1969 tarihli “Portrait of Elke I”, yani Baselitz’in eşi Elke’nin ilk portresi. Daha sonra eşinin otuzdan fazla portresini yapacak olan Baselitz bu resimlerini “Elke’nin Portreleri / Portraits of Elke” adlı bir kitapta topluyor. Bir sanatçının aynı figürü aralıklarla tekrar tekrar resmetmesi sanatçının tekniğiyle ilgili de ipuçları barındırıyor. Öznesi sabit olduğunda portrelerin tekniğindeki gelişim oldukça açık bir şekilde görülebiliyor.
Elke’nin ilk portresi ters resmedilmiş olmasını bir yana bırakırsak oldukça klasik bir portre yapısında. Resmin odak noktasında Elke’nin kafasının olmasının yanı sıra, klasik bir portrede rastlanabilecek el-çenede duruşu ve izlenimci akımını hatırlatacak boya kullanımı gözlemleniyor. Elke’nin gülümsemeyen yüz ifadesi de arka plan için seçilmiş olan gri-mavinin melankolisiyle oldukça uyumlu. Aslında Baselitz ruh hali açısından bir Edward Munch değil. Yani melankoli onun her eserinde kendini göstermiyor. Ancak portrenin hikayesini öğrenince resmin halet-i ruhiyesinin kaynağı ortaya çıkıyor. Berlin şehrinin ortadan ikiye duvarla bölündüğü yıllarda, Baselitz ile eşi batı tarafında kalıyor. Bu portre ise o zamanlarda Doğu Almanya’da yaşayan arkadaşlarını ziyaret ettikleri bir seferden hemen sonra çekilmiş olan bir fotoğraftan ilham alıyor. Dolayısıyla da o anın hüznünü ve burukluğunu yansıtıyor.
Biz resmin detaylarını anlamlandırmaya çalışa duralım Baselitz bir söyleşisinde ne resmin öznesi ne de resmin altında yatan hikayenin önemli olduğunu söylüyor. Onun için önemli olan resmin ta kendisi. “Yeni bir şey üretmek için resmin tarzından beklenenlerle ve öznenin kendisiyle savaşmak gerekir. Portre sanatının ana gayesi ise portreyi geride bırakmaktır ki ilerleyebilesin.”
Aynı odada yer alan 1979-80 senlerinde yapmış olduğu “Bir Heykel için Model/ Modell für eine Skulptur” ise sanatçının ilk heykel çalışması. 1980 senesinde Venedik Bienali’nde Batı Almanya’yı temsil için davet edilen Baselitz, yağlıboya resimlerini sergileme fikriyle yola çıkıp en son anda tek bir resim göndermeyip yalnızca bu heykeli gönderiyor. Heykel anında tartışma konusu oluyor. Nazi selamına benzer bir şekilde tek elini kaldırmış duruşu ve siyah-kırmızı rengi ile de heykelin Nazi rejiminin renklerine gönderme yaptığı düşünülüyor. Baselitz Dresden’de bir markette bulduğu hatıralık eşyadan etkilendiğini söylese de hem duruş hem de renk seçimi düşünüldüğünde ideoloji olarak sıkça eleştirdiği Nazi yönetimine bir gönderme niteliğinde olduğunu düşünmemek imkansız.
Tahtayı sert dokunuşlarla işleyip neredeyse üstünkörü diyebileceğimiz şekilde bıraktığı üslubun ilhamı Afrika sanatına dayanıyor. Bu üslup sonraki odalarda yer alan geç dönem heykellerinde de kendini gösteriyor. Neredeyse kırka yakın bir sene arayla üretilmiş heykellerdeki bu benzerlik de sanatçının üslubundaki tutarlılığa dikkati çekiyor.
Bir sonraki odada 1990’lı yıllarda ürettiği eserlerin tam ortasında parlak sarı renginde dev bir büst yerleştirmesi yer alıyor. “Dresdner Kadınları / Dresdner Frauen” adlı onbir kadın büstünden oluşan bir serinin bir bölümüyle oluşturulmuş bu yerleştirme, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerle bir edilen Dresden’i yeniden inşa etmeye çalışan kadınlara adanmış bir yapıt niteliğini taşıyor. 1960’larda ürettiği Kahramanlar Heroes serise ait resimlerindeki figürleri anımsatacak Dresdner Kadınları da yüz ifadeleri ve yıkık dökük halleriyle savaştan yara almış ama yıkılmamış insanları temsil ediyor.
Sanatçının en son dönem eserlerinin olduğu odaya gelindiğinde ise yine başbaşşağı resmedilmiş figürler göze çarpıyor. Teknik ve kompozisyon olarak öncekilere benziyor olsa da bu eserlerin teması yazarın hayatındaki dönemi yansıtacak şekilde farklılaşıyor. Önceki dönem eserlerinde daha çok savaş psikolojisini ele alan sanatçı son dönemlerinde yaşlılık ve ölümlülük halini irdeliyor.
Düşüncelerinde ‘yaşlılık’ olsa da kendisi seksen yaşında birine göre oldukça dinç. Günde iki saat stüdyosunda çalıştığını söyleyen Baselitz, eserlerin dev boyutları nedeniyle tuvali yatay bir şekilde yere yayarak ve çömelerek çalışmak zorunda kalıyor. Oldukça bedensel olan bu çalışma metodu sayesinde olsa gerek Baselitz seksen yaşına girerken hala oldukça dinç ve yaşam dolu.
Basel’e geri dönerek şehirde yer alan ikinci bir Baselitz sergisinden de kısaca bahsedelim. Kunstmuseum’da kapsamı açısından daha küçük olan ama Beyeler Müzesi’ndeki sergiyi oldukça güzel tamamlayan bir Baselitz sergisi daha yer alıyor. Bu sergide yalnızca kağıt üzerine resmettiği eserleri yer alıyor. Bu da sanatseverlere Beyeler Müzesi’ndeki sergide yer alan tuval üzerine yağlıboya eserlerinde görülen kartal motifi ve portrelerin kağıt üzerindeki farklı yorumlarına tanık olma şansı veriyor.
Basel’deki iki sergi de Nisan 29’da bitiyor olsa da Beyeler’de ki kapsamlı retrospektif yaz aylarında Washington’daki Hirschhorn Müzesi’nde tekrar sergilenecek.
Yazı: Selen Sarıoğlu
Fotoğraflar https://www.fondationbeyeler.ch adresinden alınmıştır.
Sanat Dünyasının Pandemiyle İmtihanı | Yazan Selen Sarıoğlu Süloş
5 yıl önceIşığın ve Umudun Ressamı Hilma af Klint | Yazan Selen Sarıoğlu
6 yıl öncePicasso 1932 – Aşk, Şöhret, Trajedi | Yazan Selen Sarıoğlu
6 yıl önceGuggenheim Müzesi’nde Danh Vo’dan Nefes Kesen Bir Sergi | Yazan Selen Sarıoğlu
6 yıl önceAlmanya’nın Asi Sanatçısı Anselm Kiefer, New York Met Breuer Müzesi’nde | Yazan Selen Sarıoğlu