Danimarka'nın Kopenhag şehrinde 4 Eylül'e kadar devam edecek Light and Space sergisi, 1960'ların Amerikasında Californiya'da ortaya çıkan ve birkaç kuşak sanatçıyı günümüze kadar etkileyen Işık ve Alan akımını anlatıyor. Bilim aşığı sanatçıların başlattığı akımın geniş kitlelerce anlaşılmasını hedeflenen Avrupa'daki bu ilk kapsamlı sergiye Copenhague Çağdaş Sanat Müzesi ev sahipliği ediyor. Müze binası, geniş alanları, yüksek tavanları ve sergideki bazı işlere özel olarak tasarlanmış odalarıyla ideal bir çağdaş sanat sergi alanı örneği oluşturuyor.
Light and Space akımına bağlı sanatçılar, bedenimiz ve duyularımızla ilgili araştırmalar yaparak sanat eserini bakılacak obje olmaktan çıkarıp yaşanacak deneyime dönüştürürüyorlar.
Örneğin Hint asıllı Amerikalı sanatçı Anish Kapoor'un Void isimli işinin karşısına geçince, uzaktan bakıldığında duvarda asılı siyah bir kare gibi görünen eserin, yakından bakıldığında aslında derin bir siyahlık hatta sonsuz bir karanlık olduğunu farkediyorum. Ne kadar uğraşsam da hiçbir detay görmeye müsaade etmeyen, ışığı hiç yansıtmayan bir malzeme kullanıldığı için siyah karenin düz bir zemin mi yoksa derin bir delik mi olduğu anlaşılmıyor. Eserin yanındaki izleme klavuzunda yazdığı gibi deliğe karşı durup seslendiğimde geri duyduğum eko, hem işin nasıl yapıldığıyla ilgili daha da çok merakımı uyandırıyor hem de daha önce yaşamadığım bir deneyim sunuyor. Hiçliği anlar gibi boşluğu duyar gibi oluyorum. Kapoor’un aşk, ölüm ve korku temalarını çalışan bir sanatçı olduğunu bilince bu deneyim fiziksel etkinin ötesinde düşünsel bir anlam da kazanıyor.
Sergide yer alan sanatçılar, eser yaratımına giden yolda fizik, kimya, psikoloji, felsefe gibi bilim dallarından yardım alarak, kendi fikirleriyle dünya gerçekliklerini harmanlıyorlar. Robert Irwin'den James Turrell'e, Olafour Eliasson'dan Anish Kapoor'a, işlerini ilgiyle takip ettiğim sanatçıların eserlerini görme ve deneyimleme fırsatı buluyorum. Ayrıca akıma bağlı kalmadığı halde, 60'lı yıllarda yeni ve sıradışı sayılabilecek malzemeler kullanan (plastik, kum, neon ışık kullanımı gibi), mekan kullanımını ve aydınlatmayı sanatın malzemesi haline getiren Avrupalı çağdaş sanatçıların da kendilerine yer bulduğunu görüyorum.
Sergi kapsamlı ve her iş uzun uzun anlatılmaya değer. Benim tercihimse özellikle Light and Space akımının en önemli üyelerinden James Turrell üzerinde durmak ve onu anlamaya çalışmak. Konu ışık-alan-mekan üçlüsü olduğunda Turrell, sanatı bilimle birleştirerek çalışmalarını zirve noktasına taşımış bir deha.
Zeka zengini Turrell, üniversite sonrası algı psikolojisi, matematik, astronomi ve jeoloji alanında da çalışmalar yapıyor. Hem bilimsel gerçekleri sanatın alanına taşıyor hem de mimari öğeler kullanarak yaptığı yerleştirmelerle ışığı yönlendirerek algıyı yönetiyor. Bu durumda James Turrell için çılgın sanatçı ve bilim adamı tanımı yapmak yanlış olmaz sanırım.
1960’ların sonlarında James Turrell’in Robert Irwin ile beraber geliştirdikleri, ışık ve alan üzerine sorgulamalar yapmayı hedefleyen sanatsal araştırma projesine algı psikoloğu Ed Wortz da katılıyor. Sanat ve bilim birlikteliğiyle geliştirilen projede amaç, ışığın ya da ışıksızlığın, seslerin ve sessizliğin ve en önemlisi odaklanacak bir görsel bulamamanın insan üzerinde yaptığı psikolojik ve bedensel etkileri incelemek. NASA’ya da destek veren bir vakıf ve müzenin desteğiyle gerçekleşen proje için bir deneyim odası yaratılıyor. Nasa’ya bağlı astronotlar da yeni yaşam alanları araştırmaları ve insanın alışkın olmadığı çevrelerde beden ve zihinlerinin nasıl tepsiler verdiğini araştırmak için deneylere katılıyor.
Sergide öncelikle, ana malzemesi ışık olan James Turrell'in, yıllarca herkesten saklayarak yürüttüğü Roden Crater projesini, metinler ve maketler yardımıyla inceleme fırsatı buluyorum. Bu proje dünyada çok çok az kişi tarafından bedenen deneyimlenebildiği için maket ve açıklamalarla eseri anlama şansı yakalamak bile heyecan verici.
Turrell 90’ların sonundan itibaren ışıkla ilgili çalışmalarına yeni bir boyut kazandırmak üzere doğal mekan arayışına giriyor. Bu dönemde uçakla Arizona üzerinde seyrederken buzul çağından kalma 177 km yüksekliğinde ve 3 km genişliğinde sönmüş bir volkana rastlıyor: Roden Krateri. Birkaç yıllık araştırmanın sonunda içinde volkan krateriyle beraber geniş araziyi satın alıyor ve bölgede araştırmalar yapıyor. Sonrasında dağı delerek, içinde koridorlar ve odalar oluşturacak şekilde mimari müdahalelerde bulunuyor. Roden Kraterini gökyüzündeki doğal ışıkların, ay ve güneş ışığı yansımalarının yer altında çıplak gözle gözlenmesine imkan verecek bir gözlemevi haline getiriyor. Eseri bugün dünyanın en önemli sanat alanlarından biri. Eser, doğa olaylarına, hava şartlarına, yıldızların ve ayın hareketlerine bağlı olarak değişiyor, dönüşüyor. 25 yılda bir dolunayın gölgesi içeriye yerleştirilen beyaz mermere yansıyor ve bir resim oluşturuyor. Anlaşılacağı üzere sanatçının hayalleri de hedefleri de büyük.
Turrell'in yarım asırdır devam eden, hayatının en önemli projesini inceledikten sonra ilk kez Kopenhag Çağdaş Sanat Müzesi'nde gün yüzü gören son projesi Aftershock 2021 eserinin gerçekleştiği odaya girmek için sıra bekliyorum. Deneye maximum 8 kişi katılabiliyor ve eser yaklaşık 12 dakika boyunca deneyimleniyor. Maruz kalınan ışıklardan dolayı hamilelere, migreni olanlara, görme problemi olan kişilere ve epilepsi hastalarına tavsiye edilmediği özellikle belirtiliyor. İçeride zemine oturmak veya kenarlara giderek duvarlara yaklaşmak yasak çünkü mekanın fiziki sınırları var ancak bunların algı aracı olarak kullanılması eserin etkisini azaltabilir.
Bembeyaz alanın köşeleri yuvarlatılmış dolayısıyla mesafe ve derinlik algısı, ışık ve formun yarattığı belirsizlikle tamamen yok oluyor. Kapsayıcı yerleştirmenin içine girince bizler de eserin parçası haline geliyoruz. Mekanın içinde yitiyoruz. Bir süre sonra ekrana benzeyen bir boşlukta ışıklar beliriyor. Işıkların rengi ve kuvvetiyle beraber mekandaki mesafe algısı da değişiyor. İnsan kendini bir an ufacık bir odada kapana kısılmış hemen sonrasında sonsuzlukta uçuyormuş gibi hissediyor. Mekanda yayılan sis efektiyle yanınızdaki diğer kişiler bir görünüyor bir kayboluyor. Bir an önce kol mesafesinde hissettiğiniz yabancı bir an sonra çok uzakta gibi geliyor. Bu deneyimi sözlerle anlatmak gerçekten çok zor. Kısaca söylemek gerekirse sanatçı görsel olarak sizi zorlayarak beyninizde karışıklığa yol açıyor, algınız bozuluyor ve dengeniz kayboluyor. Sanatçı bu deneyimi « Kendini, görürken izlemek. » cümlesiyle açıklıyor.
Gördüğüm eserler ve yaşadığım deneyimler sonrası kendi düşüncelerime dalıp yavaşça çıkışa yöneldiğimde, son bölümde çocuklar ve yetişkinlerin birlikte aktivite yapması için tasarlanmış bir alana giriyorum. Şeffaf mavi ve kırmızı legoların bulunduğu dev bir havuz ve duvar kenarına dizilmiş yapılar var. Plastik sanatlar öğretmeni olarak buradaki aktivite alanı ilgimi çekiyor ve görevliyle sohbet ederken ailelerin çocuklarını telefon ve tabletten uzak tutmak için buraya getirdiğini ve müzenin kapanışına kadar saatlerce birlikte lego yaptıklarını öğreniyorum. Bu açıklama lego yapıların büyüklüğünü ve tasarımların yaratıcılığı da dünyadaki en prestijli tasarımcıların neden Kuzey Avrupa’dan çıktığını da açıklıyor.
Yazı ve Fotoğraflar: Seylan Kandak
Barcelona'da Magritte’in Makinesi! | Yazan Seylan Kandak
2 yıl önceParis’te Moda ve Sanat İç İçe | Yazan Seylan Kandak
2 yıl önceAnni ve Josef Albers Hayat Sanatı | Yazan Seylan Kandak
2 yıl önceCollection Pinault - İlk perde : Açılış | Yazan Seylan Kandak
3 yıl önceEbediyete Uğurladığımız Christo'ların 60 Yıllık Projesi Paris’te Vücut Buldu | Yazan Seylan Kandak