İlk durağım Vatikan’dı. Vatikan sadece 1200 vatandaşı olan dünyanın en küçük dini ülkesi.
Vatikan’ın girişindeki San Pietro Meydanı'nda tarih boyunca göçe zorlanan halkları temsil eden Kanadalı heykeltraş Timothy Schmalz tarafından yapılan bir heykel vardı. 400 yıl sonra ilk kez yeni bir heykel eklenmiş. Heykelde, melek kanatları olan bir tekne üzerinde dünyanın farklı yerlerinden göç etmeye zorlanmış insanları temsil eden 140 insan figürü var. Çok etkileyici bir heykel. Sanki aynı anda Nuh’un Gemisi’ne toplanan farklı dili, kültürü, rengi, ırkı olsa bile hepimiz 2 elli, 2 gözlü sadece insanız da der gibiydi.
Yılbaşı nedeniyle çook kalabalıktı. Bir buçuk saat sırada bekledikten sonra Michelangelo’nun Saint Pietro Basilika’sında ki şaheserine kavuştum.
Hristiyan sanatında, özellikle heykelde, Meryem Ana’yı ölmüş oğlu İsa’yı kucağında tutarken gösteren sahnelere “Pieta” deniliyormuş ve bunların en ünlüsü Michelangelo’nun 25 yaşında yaptığı ve imzasının yer aldığı tek mermer heykel.
1972‘de Laszlo Toth 12 çekiç darbesi ile Meryem’in İsa‘nın başını tuttuğu kolu ve elini koparmış, burnunun ucunu kırmış ve heykelin çeşitli yerlerinde de yüz kadar küçük kırıklar oluşturmuş. Yaklaşık 10 ay süren çalışmalarla kırılan parçalar görünmez bir yapışkanla birleştirilmiş.
Sonraki durağım Vatikan’ın girişinin arkasında olan Vatikan Müzesi idi.
Vatikan Müzesi o kadar dolu ki bence günlerce gezilebilecek bir müze. Ben de sabah girdim ve hava karardığında çıkabildim. Ama doymadım onun için ileride tekrar gideceğim.
Müze kendisine göre bir gezi rotası belirlemiş ve bu şekilde hiçbir şey kaçırmadan müze içindeki farklı bölümleri görebiliyoruz.
İlk bölüm Antik Mısır’a ait heykel, mumya, tablet ve mozaiklerin sergilendiği çok etkileyici Mısır Müzesi. O kadar çok eser var ki bir an kendimi Mısır’da zannettim. Müzede yüzü, eli ve ayakları açık bir tam bir mumya görebilirsiniz.
Dev Goblen Halı galerisi büyüleyici. İncecik iplerle dokunmuş ve bir hikaye olmuş. O kadar çok emek var ki hayran kalmamak mümkün değil.
120 m. uzunluğundaki harita odasında nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Tavanındaki özel aydınlatma ile dev bir mücevher gibi olan bu oda aslında harita odası ve haritalar odanın sağ ve solunda sergileniyor. Bu odada sanki minik dünyayı dolaşıyorsunuz.
Sistine Şapel’in tavanında bulunan freskler, Michelangelo'nun yapmış olduğu ilk büyük esermiş ve tam 4 yıl sürmüş. 8600 m2'lik tavanda İncil'den hikayeler anlatılıyormuş. Daha önce sanat kitaplarından görmüştüm ama iskelelere yatarak yapılmış bu dev eser altında olmak çok etkileyiciydi. Sanki rüya gibiydi. Kitaplarda gördüğüm Michelangelo'nun harikasının tam altındaydım. Bu bölümde fotoğraf çekmek yasak olduğu için bir fotoğrafım yok ama zaten Google amcaya sorunca gösteriyor.
Beni çok şaşırtan şeylerden birisi de bu kadar çok dini eser olan bir müzede modern eserlerle karşılaşmak oldu. Rodin’in Düşünen Adam heykeli, Vincent van Gogh, Wassily Kandinsky, Edvard Munch, Henri Matisse ve Salvador Dali eserlerini müzenin Contemporary bölümünde bulunan 36 odada görebilirsiniz. Kitaplarda gördüğüm eserleri tam karşımda bulmak benim için tam bir yeni yıl hediyesiydi.
Müzelerden çıkış yaparken geçeceğiniz, Guiseppe Momo tarafından 1932 yılında yapılan “Salyangoz Merdiven” sanki ‘Bir daha gel!’ der gibiydi.
Müze gerçekten baş döndürücü, müthiş ve muhteşemdi. Çıkarken sanki artık başka bir insan oluyorsunuz. Renkle, ilhamla, mutlulukla doluyorsunuz. Sanat tarihi kitabının içine girmiş ve Güliver Dünyası’ndaki bir Liliputlu gibi kitabın içine girip yaşıyorsunuz. Yolunuz düşerse bu sanat tarihi davetini kaçırmayın bence.
Yazı ve Fotoğraflar: Dora Özyurt