Morgan Stanley sponsorluğunda, KODE Bergen Art Museum ortaklığı ile gerçekleşen geniş kapsamlı Edvard Munch eserleri ilk kez Courtauld işbirliği ile Londra’da!
2021 yılında Samuel Courtauld’e ait Paul Cezanne eserlerinden oluşan koleksiyon Bergen‘de sergilenmesinin üzerine,en kapsamlı Edvard Munch eserlerine sahip Rasmus Meyer Koleksiyonu’na ait ve 1916’da Bergen şehrine hediye edilen seçkiler ilk kez İskandinavya dışında bir şehirde, Londra’da sanatseverlerle buluştu.
60 yılı aşan sanat yaşamında genç bir empresyonist ve post-empresyonist olarak başlayan sanatçı expresyonizmin temellerini atarak, Norveç’in en umut verici ve tartışmalı modern ressamlarından biri olarak sanat tarihinde yerini almıştır.
Dr.Christian Munch ve Laura Catherine Bjolstad oğlu olan Edvard, 1863 yılında Löten’de doğdu. 5 yaşında annesini, 14 yaşında kendinden bir yaş büyük sevgili ablasını dönemin yaygın hastalığı tüberküloz dolayısıyla kaybeden genç sanatçının, bu kayıplar hassas ruhunda onarılması güç yaraların açılmasına sebep oldu. Genç Edvard dönemin bu yaygın hastalığına yakalanıyor ama her seferinde tedaviye olumlu yanıt verip iyileşiyordu. İskandinavya gibi soğuk bölgelerde hastaların iyileşme dönemlerinde güçlerini toplaması için yüksek kaliteli Porto şarabı reçete edilirdi. Bu durum dolayısıyla genç Munch’un alkolle genç yaşlarda tanışmasına sebep oldu. Aşırı disiplinli, takıntılı derecede dindar babası ile büyüyen genç Munch günlüklerinde ‘Babam ….. mizacı gereği sinirli ve takıntılı derecede psikonevroz boyutuna varacak kadar dindar bir adamdı. Deliliğin tohumlarını ondan miras aldım’ diye bahseder.
Kendisini deli olarak tanımlayan Munch’un, küçük kız kardeşi Laura’nında şizofreni teşhisiyle hastaneye yatmasının altında yatan nedenin, babasının aşırı dindarlığı ve öfke nöbetlerinin bir sonucu olduğunu savunur.
Sanata yabancı bir aileden gelmeyen genç Munch’un tarih, sanat bilim ilgi konuları arasındaydı. Babasının isteği ile mühendis olmak üzere teknik bir okula yazdırılan genç sanatçı burada gördüğü teknik resim, perspektif ve 3 boyutlu görüş gibi tekniklerin ayrıntılarını öğrenip resimlerinde kullanmaya başladı. Derslerinde başarılı olan genç sanatçının sağlığı bozulunca tamamıyla resim yapmaya başladı. 1881 yılında Kraliyet Sanat ve ve Tasarım Okulu’na kaydını yaptırdı. Bir yıl sonra okuldan ayrılan Munch, kendisi gibi genç sanatçılarla birlikte bir atölye kurdu. Oslo‘da her yıl düzenlenen Sonbahar Sergilerine 1884 yılında Morning eseriyle katıldı. Yarım yamalak tekniği ve temelsiz konusu ile ilgili olumsuz eleştiriler alsa da, modern resim ile ilgilenenler eseri övdü hatta ünlü natüralist ressam Frits Thaulow resmi satın alarak Munch’u Paris’e davet edip Paris sanat çevreleri ile tanışmasına fırsat sağladı.
Morning, 1884
Muhtemelen genç bir hizmetçinin resmedildiği çalışmada keskin ışığın süzüldüğünü pencerenin önünde ışıkla kaybolan sürahi ve su bardağı, yarım yamalak düğmelenmiş bluz, tek ayağında çorapla bir kadının günlük giyinme anında bir kesit. Hollanda resim geleneğinde çorap cinselliği sembolize etmesine karşı sanatçı bu çalışması ile ilgili arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, tamamen ışıkla ilgili olduğunu, sabah ışığının odadaki her nesnenin üzerinde yaptığı değişimi göstermeyi hedeflediğini belirtmiştir.
Inger in Sunshine, 1888
Erken dönem empresyonist akımın etkisiyle yaptığı hızlı fırça darbeli dış mekan çalışmalardan. Oslo Fiyordlarında Asgardstrand şehri bir dönem sıklıkla kullandığı bir yer. Kız kardeşi Inger ile ziyaretinden sahne.
House in Moonlight, 1893-95
Kıyı kasabası Asgardstrand’da yaşadığı yaz gecelerini çağrıştırıcı. Bu çalışma muhtemelen evli bir kadın olan Millie Thaulow ile olan ilişkisine dair anılarından. Şapkalı bir adamın gölgesinin önünde kısmen gizlenmiş bir kadın silüeti beliriyor.
Spring Day on Karl Johan, 1890
Oslo’da sanatçının sıklıkla çalıştığı ana bulvarlarından bir kesit. Fransız izlenimciliğinden etkilendiği dönemde yaptığı bir çalışma. Parlak renkler, kullandığı puantilizm tekniği, gün ışığı. Bazı Norveçli eleştirmenler sanatçının empresyonist yaklaşımını sağlıksız bulmuş ona ‘Bizzaarro’ lakabını takmışlardır.
Melancholy, 1894-1896
Sanatçının yazar arkadaşı Jappe Nilssen‘i başarısız bir aşk ilişkisi sonrası hüznünü yansıttığı çalışması. O sıralarda Christian Krohg‘la evli olan Oda Khong ile yasak aşk yaşayan ve suçluluk duygusuyla depresyona giren Nilssen.
Edvard Munch Almanya, Norveç ve Fransa ve Avrupa’nın pek çok şehri arasında yoğun seyahatleri sıralarda bir seri resim üretti ve ‘The Frieze of Life’ olarak sergilendi.
2.odada bu seriye ait seçkilerle devam ediyoruz. Bu resimlerde insan duygularının ve deneyimlerinin farklı yönlerini aktarmayı amaçlamış, aşk, endişe, arzu, ölüm, melankoli konuları resimlerinde sıklıkla işlemiştir. İfade biçimi olarak doğayı çarpıtma, biçim bozarak anlık ifadeleri yakalamayı tercih etmiş ve bu resimlerde parlak ve çiğ renkleri kullanmıştır. Rasmus Meyer 1906 yılında Munch’un eserlerini toplamaya başladığında The Frieze of Life resimlerinin önemini fark etti ve önemli resimleri koleksiyonuna ekledi.
1890’larda Fransa seyahatleri ile Monte Carlo’daki kumarhanelerinde müdavimi haline gelen sanatçı maddi olarak zor zamanlar geçiriyor bu zamanlarda teyzesinden borç almak zorunda kalıyordu. Bu dönemlerde Paul Gauguin ve Van Gogh‘tan esinlenerek renk seçimlerinde daha cesur daha parlak dışavurumcu bir yaklaşımla hareket ediyordu.
1892’de Berlin Sanatçılar Birliği’nin davetiyle sergiye katılan Munch eserleriyle büyük bir skandal yarattı. 1930‘lu yılların Nasyonal Sosyalist Parti üyesi Nazilerin ‘yoz sanat anlayışı‘ temelini oluşturan anlayış, Alman İmparatorluğu Güzel Sanatlar Akademisi müdürü Anton von Werner tarafından bu sergi ile ortaya atılmış, bütün bu resimlerin sanatı yozlaştıran kötü birer karalama olduğu ileri sürülerek sergi 1 hafta sonra kapatılmıştı. Bu olay sanatçının ününün hızla yayılmasına ve sanat camiasında hızla tanınmasına yol açtı. Alman sanatseverler arasında bu eserler daha çok merak konusu haline geldi ve sergi Düsseldorf’ta, Köln’de ve tekrar Berlin’de açıldı. Eserler satılamadı ama sergilere olan yüksek talep neticesi bilet satışıyla çok yüksek bir gelir elde etti.
Marie Helene Holmboe, 1898
Sanat yaşamı boyunca 200’den fazla portre resmeden sanatçı, çocukluk arkadaşı Halvard Stub Holmboe’nun karısı Marie Helene’i resmettiği çalışması. Marie Helene‘in sohbet ediyormuş gibi hafifçe öne eğildiği gündelik bir pozu.
Evening on Karl Johan, 1892
Hayalet yüzler, ürkütücü akşam ışığı, eserin rahatsız edici etkisini arttırıyor. Munch’un yazılarında Karl Johan sokağında aşık olduğu kadını aradığı ve kalabalığın içinde duygusal olarak bunalma anından ilham aldığını belirtti. Sanatçı ilk kez iskeleti andıran figürler tasvir etti. Bu figürleri Çığlık serisinde tekrar kullandı.
Nude in Profile Towards the Right, 1898
Munch’un Adem ve Havva’nın İncil’deki figürlerini betimlediği Metabolism (1898-1899) için resmettiği çalışması. Kırmızı saçları, vücudunda dramatik vurguları ile Havva’yı baştan çıkarıcı olarak gösterdi. Cennet bahçesinden kovulduktan sonra Havva’nın çıplaklığının bilincine vardığı ve utanç duyarak göğüslerini elleri ile kapatıyor.
Self-portrait in the Clinic, 1909
1908 sonbaharında Munch bir sinir krizinin ardında Kopenhag’daki klinikte 8 ay tedavi gördü. Bu sırada alkol ve sigarayı bıraktı ve bu düzensiz zihinsel durumunu sakinleştirmeye yardımcı oldu. Klinikte kaldığı odayı bu büyük otoportreyi yapmak için bir stüdyoya dönüştürdü. Resim ruhundaki yaraları sarmada çok önemli bir rol oynadı. Cesur renkler tercih eden eden sanatçı uzun fırça darbeleri kullandı.
Bathing Boys, 1904-1905
Denizde yıkayanlar 1900‘larda Munch’un sanatında yinelenen bir temaydı. Ressam yazları geçirdiği balıkçı kasabası Asgardstrand’da kayaların üzerinde güneşlenen bir grup çocuğu tasvir ediyor.
Children Playing in the Street in Asgardstrand, 1901-1903
Ressam bu resimde olduğu gibi kalabalık halka açık ortamlarda yerleştirilen bir figürün özel duygularını açıklama konusunda ustalığını gösterdiği çalışmalarından bir örnek. Küçük kız kendini arkasındaki çocuklardan ayırmaya kararlı bir şekilde dikkatle resmin dışına bakıyor. Belki de oyunda aralarına almadıkları için arkadaşlarına küskün.
Four Stages of Life, 1902
Genellikle hayatın gençlikten yaşlılığa kadar olan aşamalarını tasvir etmeyi seven sanatçının bir kadının çocukluk, gençlik olgunluk ve yaşlılığını temsil ediyor. Genç kızın taze masumiyeti yerini yaşlılığın melankolik ruh haline bırakıyor.
Woman in Three Stages, 1894
Sanatçının bu anıtsal çalışması ‘The Frieze of Life’ serisinin bir parçası. Burada sanatçının empresyonizmden dışavurumculuğa, sembolizme geçtiği bir evre. Alacakaranlıkta bir kıyı şeridinde gençlikten olgunluğa ve yaşlılığa doğru geçişini temsil eden 3 hayali kadın, yanda garip bir çiçeğin yanında duran kederli bir erkek figürü.
At the Deathbed, 1895
Çocukluğu hakkında ‘Hastalık, delilik ve ölüm, beşiğimin yanında duran kara meleklerdi’ diye günlüklerine yazan sanatçı 5 yaşında annesinin, 14 yaşında en sevdiği ablası Sophie’yi kaybettiği bir dönem arkasında kendiside aynı hastalığa tüberküloza yakalanmıştı. Sophie‘yi ölüm döşeğinde tasvir eden bu eserde olduğu gibi, yaşamı boyunca peşini bırakmayan bir olayı sanatında çok kereler kullanmıştı. Beyaz çarşaflar arasında kaybolan 15 yaşındaki Sophie’nin cansız vücudu, yanında toplanan aile üyelerinin kederinin ağır gölgesine tezat oluşturuyor.
Man And Woman, 1898
Kadın ve erkek ilişkisi Edvard Munch’un çalışmalarında önemli bir konuydu. Özellikle romantik ilişkilerin yıkıcı tarafı ile ilgilenen sanatçı aşk için kadın ve erkek arasında mücadele tanımını kullanıyordu. Bu ham ve eskiz benzeri resimde kadın ve erkek figür arasında gerginlik koyu karanlık renklerle daha da belirgin hissediliyor.
Youth, 1908
1907’den itibaren Almanya’nın kuzey kıyısında Warnemünde’de ev kiralayıp yazları geçiren sanatçı bu eserini burada üretmişti. Parlak paleti, canlı fırçası ile Munch’un sanatında yeni bir yönü işaret ediyor.
Alkol bağımlılığı, kimi zaman karşılıksız kimi zaman yasak aşkları, depresyonu, sancıları ile çoğu zaman sinir krizleri geçiren sanatçı sıklıkla çeşitli kliniklerde tedavi gördü. En son 1908 yılında kendini daha iyi hissetmeye başlayıp, nöbetlerini kontrol altında tutmaya başardığını fark eden Munch‘un bu yaklaşımı eserlerine yansımaya başladı. Sık sık hastanelerde kaldığı sürede kendini Van Gogh ile özdeşleştiren sanatçının eserlerinde bu etki belirgin şekilde hissediliyordu. Edebiyata düşkün olan ressam sağlam bir entelektüel donanıma sahipti. Çocukluğundan bu yana Dostoyevski’ye hayran olan sanatçı, babasıyla kitapları hakkında uzun konuşmalar yaparlardı. Yazarın karakter yaratmadaki gücünden o kadar çok etkileniyordu ki bunun benzerini kendi sanatında uygulanıyordu. Yaşadığı psikolojik sıkıntılar sanat dünyasında iyi dostlar edinmesine engel olmamış, Paris’te olduğu sürede ressam Pierre Bonnard, edebiyatçı Oscar Wilde gibi sanatçıların olduğu entelektüel bir çevre içinde sevilen bir figür olarak yer almıştır. Kamu binaları için resimler yapan Munch, Norveç’in en ünlü imalathanesi olan Freia Çikolata Fabrikası içinde resim yapmıştı. 1922 yılında ressamdan işçi yemekhanesi duvarlarına asmak üzere bir dizi resim sipariş edilmişti. Günümüzde kafeterya olarak kullanılan bu mekanda görülebilen bu eserler Munch’un umut aşılayan nadir eserlerindendir.
Hayatı boyunca hiç evlenmeyen sanatçı, özgürlüğüne düşkün dışadönük, kendi ayakları üzerinde duran yetenekli kadınlardan hoşlanıyor ama alkol bağımlılığının tetiklediği kıskançlık krizleri, yoğun melankolik ve depresif ruh hali kadınlar açısından çekilmez oluyordu. 1917-20 senesi dünyanın neredeyse tamamını etkileyen İspanyol Gribi salgınında yakalanan sanatçı bu hastalıktan kurtulmuş ama pek çok yakın dostunun bu hastalık yüzünden ölümüne şahit olmuştur. Salgın boyunca Ekely’de ki evinde kendini izole eden sanatçı, kendini daha çok resim yapmaya odaklamıştı. 1931 yılında annesi yerine koyduğu teyzesi Karen‘i kaybeden sanatçı ölümü ’Biz ölmüyoruz ,içimizdeki dünya ölüyor...’ diyerek içinde genişleyen boşluğu ve anlamsızlığı ifade ediyordu.
Bu olgun dönemi Aziz Olav Kraliyet Şövalyesi Nişanını ve Aziz Olav Büyük Haç Nişanını getirecek ve Amerika kıtasında ilk kişisel sergisini açmasına olanak sağlayacaktır. Almanya’da Nasyonal Sosyalist Partisi iktidara gelene kadar sakin ve huzurlu bir dönem geçiren sanatçı Nazi’lerin tüm avangard sanatçılara tehlikeli ve eserlerine yoz yaftasını vurmasıyla payına düşeni almış tüm Munch eserleri müzelerden, koleksiyonlardan çıkartılmıştı. Hatta Nazi’ler Norveç’i işgal ettiklerinde sanatçının tüm varlıklarına el koyarak tüm eserlerini satışa çıkarmışlardı.
1943 yılında yakalandığı bronşit sebebiyle hastalanan sanatçı 1944 yılı 23 Ocak’ta Ekely’deki evinde ölmüştür. Gustav Klimt‘ten Andy Warhol’a özellikle Tracey Emin’e büyük ilham kaynağı olan sanatçı günümüzde pek çok sinemacı, edebiyatçı ve hatta modacıya esin kaynağı olmaya devam ediyor.
‘Ben gördüğüm şeyin resmini yapmıyorum ama görmüş olduğum şeyin resmini yapıyorum’ diyen sanatçının gözle görünenin ötesindeki dünyasından 18 önemli eserinin sergilendiği ‘Edvard Munch-Masterpieces from Bergen’ 4 Eylül’e kadar Courtauld Gallery‘de görülebilir.
Yazı ve Fotoğraflar: Nurdan Ateş
David Hockney’nin Renkli Dünyasına Yolculuk: Londra’da Büyüleyici Bir Sergi
bir ay önceSonbaharın Habercisi: Frieze Sculpture 2024
11 ay önceMarina Abramović Kraliyet Sanat Akademisi’nde Retrospektif Sergi Açan İlk Kadın Sanatçı Oldu! I Yazan Nurdan Ateş
bir yıl önceKenan Yavuz Etnografya Müzesi'nde Hasat Sonu Şenliği I Yazan Nurdan Ateş
bir yıl önceÇin’in “Asi Dehası” Ai Weiwei Design Museum’da! I Yazan Nurdan Ateş