Damdaki Kemancı filmi, Sütçü Tevye’nin “Gelenek” diye yürekten seslenişiyle başlar. Bize, Anatevka köyündeki her bir bireyin, dini inanışlarıyla yoğrulmuş toplum içindeki rolünü uzun uzun anlatır ve hikayesini şöyle bitirir:
“Geleneklerimiz olmasaydı hayatlarımız damdaki bir kemancı kadar sallantılı olurdu.”
Ama bizim hikayemiz bu film değil ve aslında damdaki bu kemancı da Tevye’nin korktuğu gibi sarsak değil, hatta oldukça köklü ve sağlam. Bizim hikayemiz kemancının kendisi. Her ne kadar Chagall, resimlerinde öyküler aramamamızı söylese de biz yine de yapacağız. Sonuçta yerçekimini yerle bir ederken veya aykırı renkler, figür ve desenlerden kompozisyonlar oluştururken kimse ona engel olmadı. Şimdi sıra bizde…
Chagall, 1889’da bugün Beyaz Rusya’da bir şehir olan Vitebsk’te doğar. Ailesinin itirazlarına rağmen sanat eğitimi için St. Petersburg’a gider. 1910’da, o dönemin sanat merkezi konumundaki Paris’e taşınır. Bu, onun sanatında modernist çizgilerin yerleşmesine katkı sağlayan bir dönem olur.
Eserlerinde en çok karşılaşılan figürlerden biri, hiç şüphesiz kemancılardır. Bu kemancı bazen dam üzerinde dans eden bir adam bazen de bir keçidir. Hatta zaman zaman hayvanlar ve insanlar bir aradadır. Peki neden keman? Kim bu kemancılar?
“Her sanatçı bir yerde doğar. Ve her ne kadar, sonradan diğer ortamın etkisine girse de, doğduğu yerden belli bir öz, belli bir tat onun çalışmalarına yapışır.” der, adeta hikayemizde bize yol göstermek istercesine.
Chagall, ailesinin onun hayatındaki ve çalışmalarındaki etkisini hiçbir zaman yadsımaz. Belki de aradığımız cevap buradadır. Çünkü amcasının bir kemanı olduğunu ve çocukluğunda sık sık onu dinlediğini anlatır. Aynı zamanda sanatçının ait olduğu toplumla da bağlantılıdır keman. Müzik ve dans, Tanrı ile iletişim kurmanın yollarından biri olarak onun kültürünün bir parçasıdır ve tabii bu kültürün mirası olarak onun sanatının…
Kemancı; festivallerin, düğünlerin, insan hayatının değişim noktalarındaki törenlerin vazgeçilmezidir. İyi kötü her ana tanıklık eden bu müzisyen Chagall’ın eserlerinin de gerçekliğidir. Çünkü bizzat gördüğü, tattığı dış dünyadan görsel hafızasıyla kurduğu, doğal dışı bakış açısından ve yer çekiminden uzak kendi dünyasındaki doğal unsurdur kemancı.
Burada kastettiğimiz hiç kuşkusuz Yahudi toplumudur. Eserlerinde karakteristik izler bırakan bu inanıştan, ressam olmasını sağlayan bir kaynak gibi bahseder. Bazen konu bazen de malzeme olarak beslendiği bu kaynaktan ve o kaynağın kalbinden hiçbir zaman kopmadığını da dile getirir. “Şehrim Vitebsk’e” başlığıyla yayımladığı mektubunda;
“Seninle yaşamadım ama senin ruhun ve yansımanla nefes almayan tek bir resmim olmadı.” diye seslenir.
Eserlerinde peri masalları olmadığını söyler. Evet, onun elinden peri masalları çıkmaz ya da sanılanın aksine bize rüyaları anlatmaz. O geleneği taşır, geleneği anlatır. Gelenek kadar soyut ve yine gelenek kadar gerçek şeyleri anlatır. Bize kemancıyı anlatır. Geçmişinden, o anından, inançlarından ve yaşayan dünyadan beslenerek bir gelenek yaratır kendine, içinde kemancının da olduğu…
Bir gelenek tek bir kişinin değildir veya tek bir kişiyle şekillenmemiştir. Tıpkı kemancı gibi… Onun sesi onu duyan herkesedir ve o aslında herkesten beslenir. Yani tıpkı Chagall gibi…
Chagall tam bir Kübist değildir örneğin, ama karşıt ve zengin renklerini bir Kübist gibi saydam uygular. Bir Sürrealist de değildir ama kompozisyonlarının alakasız kahramanları psikolojik nitelikler taşır. Onda sadece ve sadece Rusya’yı da arayamayız, çünkü onda fazlasıyla Paris de vardır.
Resimlerinin anlamak için değil bakmak için olduğunu söyler. Haklıdır da… Onun resmini anlamaya çalıştığımızda resmi kaybederiz, ama durup sadece bakabilirsek o zaman Chagall’ın sanatını görebiliriz. Mutlaka bir şeyleri anlamlandırmaya çalışacaksak eğer Chagall’a bakmak yeterlidir. Yine de bunu onun köklerine bağlanmadan yapmak gerekir. Bu, bize, onun sanatçı olduğunu unutturabilir. Halbuki o, özgür kompozisyonlarıyla dinamizmi, duyguları ve ritmi resmeder. Yani ara ara göz önünden çekilse de, kemancı hiçbir zaman kaybolmaz. O her zaman Chagall’ın peşindedir. Tıpkı hikayesinin sonunda, nereye gittiğini sorgulamadan, Sütçü Tevye’yi takip ettiği gibi…
Sansasyonel Resimlerin Yaratıcısı Manet | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceKlimt’in Kadınları | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceKanuni Sultan Süleyman’ın Portresi ve Bilinmeyenleri | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceRealizm Akımı ve Jean-François Millet | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceMichelangelo’nun İnsanları | Yazan Zeynep Dikmen