Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni’yi bizim çağımız, Batı sanatının başlangıcına konumlandırsa da, kendi döneminde sanatın bitişi olarak değerlendirilir. Çünkü o, sanatta varılabilecek son noktaya ulaşır. Kimse onun gibi yontamaz veya resim yapamaz, zaten yapması da beklenemez.
“Her bir mermer bloğun içinde bir heykel vardır ve heykeltıraşın görevi onu keşfetmektir. Ben, mermere bakınca bir melek görüyorum ve onu serbest bırakana kadar yontuyorum.”
Michelangelo’nun bu sözleri, onun sanatıyla kurduğu bağın içselliğinin, katı bir taş kütlesini bir bedene dönüştürmesinin ipuçlarını verir ve bu ipuçları bizi hep onun insanlarına götürür.
Pieta – (1498-99)
Henüz yirmi dört yaşındayken yaptığı Pieta heykeli, çarmıhtan indirilmiş İsa ile onu kucağında taşıyan annesini, yani Bakire Meryem’i gösterir. Yekpare mermerden büyük bir ustalıkla yonttuğu heykel, gençlik hırslarını da üzerinde taşır. Çünkü Michelangelo’nun imzasını attığı ilk ve son eseridir. Fakat bu detayı önemsiz kılacak kadar şairane bir anlatımı vardır Pieta’nın. Ölü oğluna sarılmış bu mucizevi kadın, olması gerekenden çok daha genç ve bir o kadar da güzeldir. Ona göre Meryem’in saflığı, tazeliğinde yatmaktadır. Böylece, soğuk taş parçasının içinden çekip aldığı bedenlerle insan ruhu arasında bir bağ kurar.
Ama onun insan vücuduyla yapacağı daha çok şey vardır. Rönesans sanatını doruklara taşırken anatomi çalışmalarından yararlanır. Bu sadece ona özgü bir durum değildir elbette. Sanat ve bilim arasındaki bu beklenmedik bağlar, dönemin birçok sanatçısını sarıp sarmalar. Ölüler üzerinde araştırmalar yapılır ve anatomi kitapları okunur. Her bir kas, her bir uzuv özenle incelenir. Elde edilen bilgiler, natüralist Rönesans resmi ve heykelinde yeniden şekillenir.
Davut – 1501-04
Floransa Katedrali’nin çatısı için yaptığı, 5.17 metrelik Davut heykeli, Michelangelo’nun insan bedenini biçimlendirmedeki yetkinliğinin tek başına kanıtı olabilecek kadar iddialıdır. Bu çıplak devin vücudundaki detayların; damarların, kasların, parmakların girinti ve çıkıntıları ışık-gölge etkisinden yararlanır ve adeta birer yaşam belirtisine dönüşür. Fakat bu belirtiler, Davut’un bakışlarında gerçeklik kazanır. Yüzyıllar öncesine ait bu kahraman, Michelangelo’nun elinde yeniden hayat bulur. Yani o, ölüyü diriltir. O yüzden bu heybetli esere baktığımızda gördüğümüz bir heykel değil, bir insandır. Michelangelo’nun insanı…
Davut (Detay)
Musa (1513-15)
Ama öyle bir gün gelir ki, Michelangelo’nun kendisi bile karşısında bir yontudan çok daha fazlası olduğunu görür. Papa 2. Julius’un mezar anıtı için yaptığı Musa heykeli, elinde On Emir’le Sina Dağı’ndan dönen ve yokluğunda inançları sarsılmış halkına kızgınlıkla bakan peygamberi anlatır. Oturur pozisyondaki bu beden yoğun duygularla şekillenmiştir. Mimikleri öylesine gerçek, öylesine güçlüdür ki bir anda ayağa kalıp haykırsa kim şaşırabilir? Kaldı ki bir insan kadar canlı bu mermere yaratıcısı dahi kayıtsız kalamaz ve ona emreder: “Hadi, konuş!”
Musa (Detay)
Tek tek var ettiği heykelleri, ya da insanları, dışında bir çoğunluk da yaratır Michelangelo ve bu gücü hiç de istemediği bir sanattan alır: resim. Papa 2. Julius, kendisinden bir de Sistine Şapel’inin tavan fresklerini yapmasını ister. Bu, ona hiç de uymayan bir taleptir, çünkü o bir ressam değildir. Heykeltıraş olduğunu gururla dile getirip reddetmek istese de direnmesi pek mümkün olmaz. Böylece, dört sene sürecek, kendisine sonsuz şöhreti getirecek freskleri yapmaya başlar ve bu süreçte, Papa dahil kimsenin şapele girmesine izin vermez.
Sistine Şapel’i Taran Freski’nden Bir Bölüm – 1508-12
Tavanın tam ortasına Eski Ahit’in Yaratılış bölümünden dokuz sahneyi resmeder. Tanrı’nın karanlık ve aydınlığı ayırmasıyla başlayan kompozisyon, merkeze doğru önce Adem’in sonra Havva’nın yaratılmasıyla devam eder. Bu bir rastlantı değildir! Michelangelo’nun tavan fresklerinde yaptığı, resmin çok ötesinde, bir evren yaratmaktır. Evrenin merkezinde ise insan yer alır. Bir Rönesans adamı olarak insanın ve bir sanatçı olarak yaratmanın gücünün bilinciyle heykel gibi, hacimli ve etkileyici figürler oluşturur. Her birinin kendi duruşu ve karakteri vardır, yani her biri gerçek birer insandır ve onlar şimdi, bir bütünün parçasıdır. O, bizim evrenimiz içinde kendi evrenini, yaratım içinde Yaratılış’ı, resmin içinde heykeli verir. Sanki kendi gerçeğini hatırlatmak istercesine…
Adem’in Yaratılışı – 1508-12
Sakalım göğe çevrili, hörgücümün tepesinde
beynimin bir parçası, kadın başlı, kuş gövdeliyim,
gudubet bir canavar, hep fırçalar sallıyor elim,
boyalar damladıkça süslü bir mozaik var yerde.
Giovanni, sen savun bundan sonra
resim sanatını ve onurumu benim,
burada halim iyi değil, ressam da değilim. *
* Michelangelo’nun, Sistine Şapel’i freskleri için çalıştığı sırada Pistoyalı Giovanni’ye yazdığı bir şiiri.
Yazı: Zeynep Dikmen
Sansasyonel Resimlerin Yaratıcısı Manet | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceKlimt’in Kadınları | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceKanuni Sultan Süleyman’ın Portresi ve Bilinmeyenleri | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceRealizm Akımı ve Jean-François Millet | Yazan Zeynep Dikmen
3 yıl önceKatsushika Hokusai ve Dünyanın En Meşhur Dalgaları | Yazan Zeynep Dikmen