Ağaçları Kadar Özgür Ai Weiwei Londra’da | Yazan Selen Sarıoğlu
Daha önce Anish Kapoor, David Hockney ve Anselm Kiefer gibi dünyaca ünlü sanatçılara ev sahipliği yapmış olan Londra’daki Royal Academy of Arts, 13 Aralık’a kadar Çin’in ulusal arenada en çok ses getiren sanatçısı olarak tanımlayabileceğimiz Ai Weiwei’i ağırlıyor.
Sergiyi iyi anlayabilmek için Ai Weiwei’nin geçmişiyle ilgili biraz bilgi sahibi olmakta yarar var. Politik içerikli işleriyle bilinen şair bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen sanatçı, babası gibi aktivist bir kimliği benimsiyor. Sanatını Çin Hükümeti’nin baskıcı yönetimine karşı ve rağmen gerçekleştiren Ai Weiwei, bu yönüyle dünyadan büyük ilgi topluyor ve gittikçe ünleniyor.
Çin hükümeti ise bu başkaldırının uluslararası etkisini görmezden gelmiyor ve Ai Weiwei’nin pasaportuna 2011 yılında el koyuyor. Hatta bu nedenle Royal Academy of Arts’taki mevcut sergi, Ai Weiwei’nin kendisi mekanda bulunamadan, sanatçının müze yetkilileriyle uzaktan kurduğu iletişimle hazırlanabiliyor. Sürpriz bir gelişmeyle bu senenin Temmuz ayında seyahat etme hakkını geri kazanan Ai Weiwei, bunun sayesinde 19 Eylül’deki sergisinin açılışına katılabiliyor.
Royal Academy of Arts’taki sergi, Ai Weiwei’nin Amerika’dan ülkesi Çin’e döndüğü 1993 senesinden günümüze uzanan dönemde ürettiği en önemli işlerini ve bu sergi alanı için özel olarak hazırladığı birkaç büyük boy yerleştirmeyi bir araya getiriyor. Bu yerleştirmelerden ilki müzenin avlusuna girdiğiniz anda sizi tüm ihtişamıyla karşılayan ağaç gövdeleri. Sekiz adet ve yaklaşık olarak yedi metre yüksekliğinde ağaçlardan oluşan bu yerleştirmenin parçalarını sanatçı Çin’in farklı bölgelerinden topluyor ve sonrasında zanaatkarlar el emeğiyle bu parçaları bir araya getiriyor. Tahmin edersiniz ki bu boyuttaki bir işin yapım aşaması kadar taşınması da oldukça zahmetli olacaktır. Bu nedenle Kickstarter adlı internet sayfasından bir bağış kampanyası başlatılıyor ve bu kampanya Avrupa’da Kickstart’da toplanan en yüksek miktar olan 123.577 Pound’a ulaşıyor. Bu sayede ağaçların Çin’den İngiltere’ye getirtilmesi için gerekli olan finansman sağlanmış oluyor.
Ai Weiwei’nin sergisi, ağaç projesinde de olduğu gibi tuval dışında pek çok malzemeyi ve sergileme biçimini kullanması bakımından oldukça ufuk açıcı diyebiliriz. Her oda kendi içinde bir hikaye anlatıyor ve bu hikayeyi anlatmak için ağacın yanında, mermer, demir, çay ve cam gibi farklı malzemeler ile video, heykel ve yerleştirme gibi birçok farklı yöntem kullanılıyor. Bu malzemelerin belki de en ilginç olanı çay. 1 metrelik ve 1 ton ağırlığında çay küplerinin olduğu odaya girdiğiniz anda malzemenin ne olduğunu gözle algılayamasanız da çayın keskin kokusu bir anda kendini hissetiriyor.
Yine böyle bir tematik oda da 2008’deki Sinchuan depremi sırasında çöken okullarda ölenler öğrencilere adanmış. Odanın merkezinde, inşaat malzemesi olarak kullanılan bükülmüş demir parçalarının üstüste dizilmesinden oluşan bir yerleştirme göze çarpıyor. Burada sanatçı, eksik demir kullanarak inşa edilmiş binalardaki bu ihmalin 5.000 kadar öğrencinin hayatına mal olduğuna dikkat çekiyor. 90 ton ağırlığındaki bu demir parçaları sanatçı tarafından toplanıp daha sonra insan eliyle tek tek düzleştirilmiş. İlk bakışta göze çarpmayan ve ustaca düşünülmüş bir detay ise bu demir dağılımının iki ucunu bir araya getirecek şekilde tutabilecek olsanız şeklin kenarlarında oluşan çizgilerin Çin’in haritadaki sınır çizgisine denk geliyor olması!
Sergide Ai Weiwei’nin Amerikan sanat tarihinde en çok etkilendiği sanatçı olduğunu söylediği Duchamp’a farklı işlerinde göndermeler yapıyor. Bu etkileşimin en belirgin olarak görüldüğü iş, bir metal askı ile betimlemiş olduğu 1985 senesinde üretilmiş ‘Hanging Man’ isimli Marcel Duchamp portresi.
Yine aynı odada olan ve hazır nesnenin sanat objesine dönüşmesi fikrini işleyen birbirine geçmiş tabure ve masalarla oluşturduğu, işlevini kaybetmiş ama estetik ve sanatsal anlamda farklı bir benlik yüklenmiş yerleştirmeler var. Burada objenin parçalarının tek bir çivi bile kullanmadan, eski Çin zanaatkarlarını kullandığı metodlarla bir araya getirilmiş olması da önemli bir detay. Ai Weiwei işlerinde eski Çin sanatlarına ve zanaatkarlığana oldukça önem veriyor. Günümüzün koşuşturmacalı dünyasında kaybolmakta olan bu değerleri kendi işlerinde kullanarak da izleyiciye hatırlatmayı amaçlıyor. Ayrıca köklü sanatlara özgü materyal ve işçilik ile yeni olanı üretirken, Çin’de ve dünyadaki tüketim merakına da bir gönderme yapıyor.
Bunların yanında müze için özel olarak hazırlanmış en gösterişli yerleştirmelerden biri ise müzenin ana salonunda yer alan, bisikletler ve Swarovski taşlardan inşa edilmiş olan dev avize. Yine Duchamp’ın 1951 tarihli ‘Bisiklet Tekerliği’ başlıklı işine bir gönderme yapmakla beraber, Ai Weiwei bisikleti Çin’de halk hayatının bir parçası olması sebebiyle de pek çok şekilde ve pek çok farklı işinde sıkça kullanıyor.Ai Weiwei’nin en çok görülmüş ve renkli işlerinden biri, üzeri akıtarak boyanmış olan çömlek yerleştirmesi. Burada yüzyıllar öncesinden kalma tarihi çömlekler, yeni ve dolayısıyla daha değersiz olan çömleklerle yanyana yer alıyor. Bu beraberlik, eskinin değerini, yeni olanın Ai Weiwei gibi ünlü bir sanatçının dokunuşuyla değerlenmesi ile karşılaştırmaya açıyor.Sansürcülük ile insan hak ve özgürlüklerine müdahale eleştirisinin en belirgin şekilde vurgulandığı işlerden biri de 2013 senesinde yapmış olduğu, altı adet çelik kasadan oluşan S.A.C.R.E.D. isimli dev yerleştirme. Bu çelik kasaların her birinin içinde cezaevindeki günlerinde yaşadıklarının betimlendiği sahneler var. Sanatçı yemek yerken, uyurken, tuvaletteyken ve yıkanırken bile iki görevlinin başında nöbet tuttuğunu görüyoruz. Daha ilginci, izleyicilerin tüm bunları çelik kasaların üst ve yan bölümlerinde bulunan ufak camlardan bakarak, bir anlamda cezaevindeki küçük odada sanatçının sürekli olarak hissettiği sıkışmışlık hissiyle deneyimlemeleri. Bu yerleştirmede de görülebileceği gibi, Ai Weiwei’nin başarısı yalnızca anlatımlarındaki cesaretle kalmıyor, anlatım biçimindeki yaratıcılığı ve ustalığıyla da taçlanıyor.
İlgi çekici bir diğer iş de, mermerden yapılmış olan güvenlik kamerası. Tahmin edersiniz ki burda da yine insan özgürlüğüne müdahaleye tepki, Çin’de yaşamış olduğu baskıya bir gönderme var. Arkasındaki düşünce kadar mermerin kusursuz işçiliği ve gözetleme kamerası gibi sıradan bir aygıtın böyle bir sunumla ne kadar estetik bir objeye dönüştüğü de önemli.
Ben Royal Academy’den ayrılırken, mermer kamera işini boyut olarak en küçük işlerden biri olmasına rağmen serginin en kuvvetli işlerinden biri olduğunu düşündüm. Ne kadar basit bir iş gibi görünse de, aslında Ai Weiwei’nin sergide vurgu yaptığı birçok konuyu içerisinde barındırıyor; özgürlüklere müdehale eden yönetim, tüketim ve estetik meraklısı olan insanlık ve zanaatkarlığın önemi. İşte sanatçının ustalığı da fikirlerini bu kadar yalın bir dille anlatabilmesinde saklı diye düşünüyorum.
2014 senesinde Berlin’de gerçekleşen Ai Weiwei sergisini de görme şansım olmuştu, ama bana kalırsa Royal Academy’deki sergi sunum ve içerik bakımından çok daha etkileyici. Londra’ya 13 Aralık tarihine kadar yolunuz düşerse, bu sergiyi kesinlikle kaçırmamanızı öneririm.
Yazı: Selen Sarıoğlu