f7c849f2-0101-48db-a188-b74f67246675.jpg

Doğadan Güç Alan William Turner | Yazan Zeynep Dikmen

Zeynep Dikmen

3 yıl önce

Dünyaca ünlü sanatçıların, tıpkı kendileri gibi ünlü eserleri vardır. Bu sanatçıları andığımız anda o eserler de canlanıverir hemen zihnimizde. Hatta bazıları vardır ki sanatçısının gölgesinden sıyrılıp kendi şöhretini yaşatır. Mona Lisa bunlardan biridir. O sanat dünyasında başlı başına bir yere sahiptir. Leonardo da Vinci olsun ya da olmasın, bu gizemli kadın varlığını ondan bağımsız devam ettirir.

Ama J. M. William Turner için işler biraz daha farklıdır. Turner ünlüdür, önemlidir, etkileyicidir. Gelin görün ki onu tek bir eserle anmak zordur. Monet’in ‘Nilüferler’i, Klimt’in ‘Öpücük’ü, Munch’ın ‘Çığlık’ı varken Turner’ın nesi vardır?

1775’te İngiltere’de doğan sanatçı, 19. yüzyılın ilk sanat akımı olan Romantizmin en önemli isimlerinden biri olur. Romantizm, kendinden önceki klasisizme bir tepki olarak doğar ve insanların yüce düşüncelerinin, soyut ilkelerinin yerine insanın kendisine, bireyin duygularına önem verir; doğanın kendisinden ilham alır. Soğuk ve cansız kalıplardan uzaklaşıp tutkulu hareketlere yer açar. Önemini kaybeden çizginin yerinde renklerin hakimiyeti vardır.

Denizde Balıkçılar - 1796    

İşte Turner’da bu ortamda eserlerini üretir. Erken dönem çalışmalarından olan Denizde Balıkçılar’da, ay ışığının aydınlattığı karanlık ve dalgalı denizi resmeder. Tek bir ışık kaynağı vardır ki o da doğadan gelmektedir ve balıkçı teknelerinin bir tanesi üzerinde yoğunlaşır. Dikkatli bakıldığında denizin kalanı sakindir aslında ama sanatçı, bizim özellikle bakmamızı istediği, siyahın ve koyu yeşilin arasında parlayan yerde bir mücadele yaratır. İnsanın doğa karşısında acizliğini, renklerle dramatize ettiği tuvaline yerleştirir. Böylece bu mücadeleyi izleyen bizler de o anın korkusuna, heyecanına ya da o tekne içinde olan bir insanın hissedebileceği her ne duygu varsa ona tanıklık ederiz.

Aslında bu çalışma bize, Turner’ı diğer sanatçılardan ayıracak sanatının bir ön izlenimini sunar. Zamanla başrole taşınacaklar da, arka plana itilecekler de buradadır. Bunun için biraz daha beklemek gerekir. Bu süreçte ise fırtınalı denizlerin sık görüldüğü manzara resmini çalışmaya devam eder.

Bell Kayalıkları Deniz Feneri - 1819    

Antik Roma – 1839    

Gün gelip izlenimcileri etkileyecek eserlerine doğru yol alırken kendisi de sık sık seyahatlere çıkar. Önce Britanya içinde, sonrasında Avrupa’nın farklı yerlerinde yaptığı eskiz gezileriyle hafızasına ve defterine pek çok manzara kaydeder. Böylece her seferinde atölyesine hazinelerle döner. Ganimetlerini, yeni tekniklerle birleştirerek devam ettiği yolculuğu, ışık oyunlarının ve yoğun renk tonlarının yarattığı atmosferin derinliğinde şairane bir bitiş yapar. Rüzgar, yağmur, sis, fırtına, güneş ve dahası bu bitişin birbirinden çarpıcı çeşitleridir.

Kar Fırtınası – 1842    

Sislerin ya da fırtınanın çevrelediği manzaralarında detaylar azalmaya başlar. Ayrıntılar yitip giderken doğanın enerjisi yükselir. Eleştirmen John Ruskin’in de dediği gibi doğanın ruh hallerini ölçerken kullandığı şeffaf renklerle soyut-dışavurumculuğa göz kırpan eserler ortaya çıkarır. Bir manzarayı olduğu gibi aktarmak yerine, katı cisimleri kaybedip havayı, suyu yüceltir; onların ihtişamını açığa vurur. Yani Dünya’nın portresini yapar. Bir portrede olabilecek şekilde hisleri de yerleştirir. Onları taşla, toprakla, su ve havayla birleştirir. Kompozisyonları sadedir ama asla güçsüz değildir. Onlar duygulardan ve doğanın kendisinden beslenir. Kar fırtınasının kalbinde çırpınan belli belirsiz gemi de, onun resimleri için söylenmiş “fantastik bulmacalar” sözünü haklı çıkarır niteliktedir.

Hannibal ve Ordusu Alpler’den Geçerken Kar Fırtınası – 1842    

Atmosferin duygularını ve bunun yeryüzüne etkilerini, temsilinin başkahramanları yapması sanat dünyasında modern bir adımın da atılmasıdır. 17. yüzyıldan beri sanat akademilerince kabul edilen “türler hiyerarşisi” içinde ilk sırada yer alan tarih konulu resimler, alt sıralardan gelen bir rakiple karşı karşıyadır. Komutan Hannibal’in, Roma’ya saldırmak üzere Alpler’den geçişini konu ettiği eserinde manzara hikayeyi geri planda bırakacak kadar şiddetlidir. Bu destansı yolculuk kar gibi sıradan bir olayın gölgesinde kalır. Manzara tarihe değil, tarih manzaraya hizmet etmek için oradadır. Fırtınanın yıkıcılığını yaşayan cesur Hannibal’in öyküsü, tarihe manzaranın yıkıcılığını yaşatan cesur ressam Turner’ın fırçasıyla hayat bulmaktadır.

Turner, tek tek veya bir bütün olarak atmosferin hikayesini anlatır. Elementlerin; havanın, suyun, ateşin ve toprağın öfkesini, dinginliğini, hüznünü, neşesini, sakinliğini, coşkusunu gösterir. Yani sorumuza geri dönersek, Van Gogh’un Yıldızlı Geceler’i varsa Turner’ın da elementleri vardır.*

*2011-2012 yılında gerçekleşen serginin başlığından: “Turner ve Elementler”

Yazı: Zeynep Dikmen



En Çok Okunanlar