853bf581-6fd0-44f8-8cae-878a45be2eec.jpg

Kemal Tufan’ın Atölyesi, DÜNYA | Yazan Yasemin Semercioğlu

Yasemin Semercioğlu

7 yıl önce

 
 İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliğini bitirip 5 ay çalışıp istediğiniz mesleğin bu olmadığına karar verdiğinizi biliyoruz. Sonrasında Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümüne girdiniz. Heykel aklınızda olan hep istediğiniz bir bölüm müydü, neden heykel?
 
K.T. Aslında heykel, aklımda olan hep istediğim bir bölümdü. Fakat Türkiye koşullarında insan, daha lise çağlarında sanatı meslek olarak seçmeyi çok da düşünemiyor. Mühendislik tercihimi bu yüzden yapmıştım. Sanatı, hobi olarak sürdürüyordum bir taraftan, deri masklar yapıyordum. Sonra onlar ile sergiler açmaya başladım. Tam üniversite bitti (İ.T.Ü.) ilk sergimi 1985 yılında Fransız Kültür Merkezi’nde deri masklar ile açtım. O dönemde sanatçı değildim alaylı sanatçı sayılırdım. Mühendislik yapmaya başlayıp, gerçek hayata atıldıktan sonra ise hayatımın geleceğine dair perspektifi görünce bu şekilde devam edersem çok zengin olabilirim ama bu benim istediğim hayat değil diyerek heykel okumaya karar verdim. Çünkü 3 boyuta daha çok ilgim vardı. Resimden çok, malzemesi açısından, elle tutula bilirliği açısından heykeli tercih ettim. Benim yapmayı tasarladığım şeylere daha uygundu. O deri mask geçmişimin üzerine, 1989 yılında Mimar Sinan Heykel Bölümü’ ne girdim. 5 yılda orada okudum. 1994’ten itibaren dünya kazan ben kepçe bütün dünyayı dolaşıp heykeller üretmeye başladım.






 

Öğrencilik yıllarında mask ile başlayan bu süreçte, mask yapmayı nereden, nasıl öğrendiniz bu fikir nasıl doğdu?

K.T. Türkiye’de o yıllarda yeni yeni gelişmeye başlayan bir akımdı. Bizimde, İzzet Abi diye bir aile dostumuz yapıyordu ve bana da yapılışını, derinin ıslatılıp şekil verilişini, kuruyunca sertleşip öyle kalıp formunu koruyor olmasını göstermişti. Ben de denemiş sevmiştim ve o ilk yaptığım mask, hala atölyemde duruyor. Mask yapmaya sanatçı olacağım kaygısı ile başlamamıştım fakat yapabildikten sonra maskların devamı geldi. Bir yıl sonra pek çok seri ve üretim yapınca Fransız Kültür Merkezi’nden sergi açabileceğime dair bilgi geldi. Böylece ilk sergimi orada açtım çok da başarılı olunca, daha sonra Ayasofya Müzesi’nde sergi açtım ve düzenli olarak bu iki yerde neredeyse toplam 8-10 deri mask sergim oldu. Okula girdikten sonrada birkaç sergi yaptım.

 Mühendis alt yapınızın size bir katkısı oldu mu?
 
K.T. Mühendislik eğitimimin bana katkısı da hayatta ne yapmam gerektiği konusunda biraz daha bilinçlenerek, hayatımın bundan sonrasını şekillendirmemde olumlu bir katkısı oldu. O alt yapıyla ne olmam gerektiğini doğru karar vermiş oldum.

Ben de 1 sene İşletme okuyup sonrasında Resim Bölümü’ne girmiştim. Geçmiş yıllarda toplumda, en önemli bölümler tıp, mühendislik, mimarlıktır vb. bu alanlarda okunmalı gibi bir önyargı vardı. Sanat okullarına ise üniversite sınavını kazanamayanlar gider düşüncesi yaygındı. O yüzden sanat, okumak isteseniz bile dile getiremediğiniz bir alandı.
 
K.T. Zor olan aslında başaramadın, kazanamadın gittin sanatı kazandın düşüncesinden farklı olarak, önce mühendisliği kazanıp okuyup, mezun olup, işe başlayıp para kazanmaya başladıktan sonra geri dönüp sanatı okumaya karar vermek. Çevre baskısı daha da artıyor. Sen deli misin bu kadar güzel bir mesleğin varken, işin varken, para kazanırken bırakılıp öğrenci olunur mu diye eleştiriliyorsunuz.





 

 Ailenizin bakış açısı bu durum karşısında ne oldu? Karşı mı çıktılar destek mi oldular?
 
K.T. İyi tarafı oydu. Ailem hiçbir şey demeden destek oldular. Gönüllerinde belki mutlaka, acaba doğru mu yapıyor endişesi olmuştur. Ama bana ailemden hiç kimse tutup sen deli misin bu saatten sonra iş bırakılıp tekrar başa dönüp öğrenci olunur mu diye eleştiride bulunmadı. Belki de güvendiler bu çocuğun bir bildiği vardır diye düşündüler. Sanata karşı olan yeteneğimi de biliyorlar, sanatta başarılı olacağıma eminler ama onların kaygısı olsa olsa ekonomik olur, sanattan para kazanmak mümkün değil. O kaygılardan dolayı belki içlerinde gelecek endişesi duymuşlardır. Ama sonra o büyük uluslararası sempozyumlara katılmaya başlayıp başarılı oldukça ve kendi başarılarımla ayakta kaldığımı gördüklerinde, o zaman onlarda çok daha mutlu oldular ve doğru karar verdiğimi anladılar.

Sanatın, ancak belli kesimlerde kabul görüp yapıldığı bu ülkede heykel sanatı resimden daha da zor. Bunun sıkıntısını siz de yaşıyor musunuz?
 
K.T. Yaşamaz mıyız? Aslında sanatın her alanında zorluklar var ama heykelde resme veya diğer dallara istinaden daha farklı olan birincisi bir atölyeye sahip olmak zorundasın. Resmi evin bir odasında da yapabilirsin. Küçük bir alana sahip olduğunda yeterli olabilir tuval ve boya kullanıyorsun sadece. Ama heykelde mutlaka bir atölyen olması lazım ve bir gelir gerekiyor ki o atölyeyi döndürebilesin. Malzeme, alet edevat alman gerekiyor. Çünkü her kullandığın malzemenin farklı alet edevatı var Taş çalışıyorsan onun ekipmanını, aletlerini almak zorundasın, ahşap çalışıyorsan onunkileri dizeceksin, metal çalışıyorsan kaynak makinasıydı kesicilerdi vs. Dolayısıyla çok masraflı ve resme göre satılması çok daha zor bir sanat dalı. Büyük heykeller yaptığınızda onu koyacak yer yok, heykele alan gerekiyor, resmi bir duvara asabiliyorsunuz, hatta o duvarda bir şey olması gerekiyor diye resim bir ihtiyaç. Heykel biraz daha ikinci plana itiliyor. Eserlerin büyük olması da evlere girmesine engel tabi.

Heykellerinizde sualtı canlılarını, hatta suyun altında da heykellerinizi görüyoruz. Bunun Silivri’de büyümüş olmanızla bir ilgisi veya özel bir sebebi var mı?
 
K.T. Mutlaka vardır diye düşünüyorum. İnsanın genlerinde doğup büyüdüğü köyün, kasabanın, şehrin etkisi çok önemlidir. Silivri’de doğup büyümüş olmam deniz çocuğu kavramı benimde işlerimde de mutlaka bir şekilde yansıyordur diye düşünüyorum. Çocukluğumdan beri deniz benim için çok büyük bir tutkuydu. Onun uçsuz bucaksızlığı, ben de o özgürlük duygusunu işte o denizin diğer ucunda neler var, merak duygusunu hep çağrıştırıp denize karşı bende çok yoğun duygular oluşturuyor. Yelkenli ile seyahat etmek dünyayı dolaşmak gibi. O deniz kavramı bende sonsuzluğu ve özgürlüğü sembolize ediyordu. O yüzden tekneler deniz canlıları o dönemin çocukluktan süre gelen etkileri vardır diye düşünüyorum.
 




 

Her serginizde, bir öncekinden farklı sürprizler karşılıyor, şaşırtıyor bizleri. Heykel dediğimizde aklımıza kil, ahşap metal gelir fakat sizin eserlerinizde malzeme olarak çok çeşitlilik var farklı malzeme kullanımını seviyorsunuz. Ama sizde hem malzeme olarak, form olarak, büyüklük olarak çeşitlilik var bir de enstalasyon, video var. Bize bu yapınızdan, ruhunuzdan nasıl yansıdığından bahseder misiniz?
 
K.T. Onun sebepleri, benim çocukluğumdan bugüne kadar gelen süreçte ki ilgi alanlarım, eğitimim, hobilerim, yaşam biçimimle ilgili ne varsa hepsinin etkisi vardır diye düşünüyorum. Daha lise yıllarında müzik ile halk oyunları, folklor ile çok ilgiliydim. Halk danslarından modern dansa kadar geniş bir yelpazede yıllarca ilgilendim. 2 yıl şehir tiyatrolarında çalıştım. Orada danslar ile ilgili hem koreografi yaptım hem de oyunda figüranlık yapıp tiyatronun iç yapısını gözlemleme fırsatım oldu. Dolayısıyla, insanın müzikle, tiyatroyla, dansla ilgin olursa üstüne heykelle ilgin olursa artı mühendislik eğitimi alıp o mühendisliğin sizin analitik düşünme yeteneğinize katkıları oluyor. Bütün bu ilgi alanlarını harmanladığınızda, çok normaldir ki benim malzeme seçerken, ahşap, taş, metal, aklınıza ne gelirse hepsine de etkisi oluyor. Heykel yontuyorum aynı zamanda hobi olarak dalgıcım mesela, o zaman ne yapıyorum, hemen su altında bir proje tasarlıyorum. Hobilerimle sanatı orada birleştirmiş oluyorum. Suyun altında heykeller yaptım, İsveç’te buzla çalıştım, buzun altında heykel yaptım. Mühendis olduğum için o mekanik birikimimi, heykellerimde bunu metallerle birleştirip hareketli heykeller yapabilmeye sahibim, neler yapabileceğimi çok rahat düşünüyor, hayal ediyor ve uygulayabiliyorum. Bir başkası için zor olabilecek şeyleri benim düşünmem, o birikimimden dolayı ilgilendiğim diğer alanlar, bu kadar farklı malzemeler ile bu kadar farklı türlerde işler üretmeme sebep oluyor. İnsanın yaşam biçimi neyse nelerle ilgileniyorsa üretiminin sonuçları da doğal olarak onu yansıtıyor. Benim videoları kullanmam, anlatmak istediğin kavramı, vermek istediğin mesajı, anlatabilecek, bugün için geçerli hangi malzeme varsa, teknolojinin geldiği hangi nokta varsa tabi bizim ekonomimizin yettiği ölçülerde, onları her sanatçının sınırsız kullanması gerekiyor. Ben de elimden geldiğince heykellerimde videoyu, kinetiği kullanıyorum. Mesela bu sergimde content çeliği kullandım. Paslı olmasını istiyorum heykellerimin ama bir yandan da dışarıda çürümesin istiyorum. Content çelik onu sağlıyor. Aslında, ucu bucağı olmayan sınırsız bir alan heykel. Biz onu kendi sanat anlayışımızda hangisi ile kendimizi daha rahat ifade edebiliyorsak, tabi sınırlarımızı bilerek onları kullanıyoruz. Mesela bu sergimde havada asılı hareket eden iki tane vatoz var, galeri daha büyük olsa 2 değil 150 vatozu hareket ettirsem, insanlar altındayken yukarıya bakıp onları görse tabi ki çok daha farklı, güzel bir etkisi olur. Sınırlarımızı bilmemiz derken, üretebileceğimiz maksimum neyse onu üretiyoruz. Tam da bu noktada mühendislik bilgileri, neyi ne kadar yapabileceğine yardımcı oluyor. Bu sergide ki tekne 4m. Onun tek parça girmesi, giremezse bir başka B planı, ölçüyor biçiyorsun, kaç kişi kaldırabilir ağırlığını, bunları hep hesaplıyorsun. Olabildiğince gerçekçi boyutlarda eser üretmek zorundasın, o tekneyi galeriye kolay girsin diye 1m yapsan aynı etkiyi yaratmayacaktır. Hem üretme hem ekonomik kapasitemiz neyse onu maksimum sınırlarda üretebileceğim ne varsa onu yapmaya çalışıyorum. Çok büyük boyutta işlerim var dış mekanda, fakat genelde yurt dışında yapıyorum, çünkü onlar bana bu tür imkanları tanıyorlar. Orada 8metrelik bir taş heykeli yapmak daha mümkün olabiliyor.
 




 

 Şu anda, Pg Art Gallery 'Time Ocean/Thy Motion' (Zaman Denizi/Senin Hareketin) sergisine ev sahipliği yapıyor. Bu sergide de farklı malzemeler görüyoruz, burada vurgulamak istediğiniz nedir?
 
K.T. Önce teknik olarak açıklarsam, bu sergi, benim hareketli heykellerimin olduğu ilk sergim. Tabi her şey burada başlamadı çok öncesinden böyle bir fikir ve projelerim vardı. Kinetik heykellerim heykellere hareket kazandırma vs. bunun için belli maiyetleri karşılayabilmeniz gerekiyordu, doğru zamanın gelmesini bekliyordum. Bu sergide buna karar verip, adım atmam gerekiyordu. O yüzden bu sergi hareketli heykellerimin başlangıç sergisi diye de algılanabilir ki bundan sonra da devamı gelecek. Bunları yapma sebebim, başkalarına işlerimi beğendirmeye çalışmak değil, önce kendimi tatmin edip kendime yeni bir özgürlük alanı yaratmak. Çünkü bir müddet sonra insan tıkanıp kalıyor, benzer şeyleri üretmeye başladığında o kısır döngü içerisinde çıkış yolu bulamamaya başlıyor kendisini tekrar etmeye başlıyor. İşte o tekrardan kısır döngüden, o sıkışmışlıktan, her sanatçının kendini kurtarma yolları araması gerekiyor. O yüzden ben sınırsızca farklı malzemeleri kullanıyorum. Bir sergide ahşap kullanıyorsam, diğerinde metali, taşı kullanıyor, videoyu işin içine katıyorum. O çeşitlilik de bir süre sonra yetersiz olduğunda hala yapılacak sınırsız şey var. Bu sergide de kinetiği ele alıp hareketli heykeller yapmaya başladım. Teknik olarak, ileride çok daha iyi olabilirim. Bu serginin önemi de o, benim için yeni bir özgürlük alanı yaratmış olması, ilk olması ve devamının gelecek olması diye düşünebiliriz. Serginin özeline gelince, teması adı 'Time Ocean/Thy Motion' aslında tekrar gibi görünse de bir kelime oyunu var ’ Zaman Denizi / Senin Hareketin’ Yani genel olarak zaman kavramını ele aldığım dört eserden oluşan bir sergi bu. Bir tanesi zamanın başlangıcını ve bitişini sembolize eden tekne omurgası, aslında tekne batıp gittiğinde sadece omurgası kalıyor veya bir tekne yapmaya başladığında da ilk önce omurgasını yapıyorsun ondan sonra üzerini kaplıyorsun ve denize indiriyorsun. Her şeyin bir iskeleti var bunu bir hayvan omurgası, iskeleti gibi de düşünebiliriz. Sergide kayığım, teknede kürek çeken bir adam var. Bu eserde, rutin ama sonsuzluğa giden, bizim zaman denizi içerisinde yolculuğumuzu, o süreci sembolize ediyor. Belirli zaman aralıklarında o mekanik figürün aynı hareketi yaptığını görüyoruz. Dakikada 7 defa dönen bir motor vasıtasıyla yapılan bir hareket. Vatozlar var, onlarda insana ait olmasa bile insanın dışında var olan evrende ki o uçsuz bucaksız zamanı sembolize ediyor. Aynı zaman dilimi içerisinde kanatlarını indirip kaldırarak o okyanusta ki devinimi, sonsuz zaman okyanusunu sembolize ediyor. Son eser çeşme, bir dereden bulduğum doğal büyük bir taş var. O taşın içini oydum içine video ekranı yerleştirdim. Üzerinde de yine eskiciden aldığım bir musluk var. O musluktan sanki su damlıyormuş gibi, orada sanal gerçekliği kullanıyorum. Videonun içinde de su damlası efekti var. Su damlasının videosunu çekip yerleştirdim. Sanal gerçekliği kullandım, –mış gibi göstererek orada sadece musluk gerçek, taş belki iki milyon yaşında. O aslında bize saati gösteriyor bizim keşfettiğimiz, zaman aygıtı diyebiliriz. Sanki her saniyede bir su damlası damlıyormuş gibi. Böyle bir kurgu içerisinde, orda ki malzeme, ama orada video görüntüsü sadece sanal gerçek. Böyle bir kurgu içerisinde, tek başına ayrı bir heykel gibi görünse de, bu ‘Zaman Denizi’ içerisindeki zamanı ölçen bir aygıt olarak düşünebiliriz.






Yaşadığımız zaman denizi içinde sizin dünyanın her yerinde heykel parklarında heykelleriniz var, sempozyumlara katılıyor, bir yandan küratörlük yapıyorsunuz. Hem Türkiye’de açmış olduğunuz sergiler ile hem de yurt dışında ki çalışmalarınızla ses getiriyorsunuz. Hobilerinizi yaşam sevinçlerinizi heykel ile öyle güzel harmanlamışsınız ki dünya sizin atölyeniz olmuş. Bize de size bu atölyede, güzel eserler üretmeye devam etmenizi dilemek düşer. Bir sonra ki aşamaları heyecan ile bekliyor olacağız…


Yazı: Yasemin Semercioğlu



 



En Çok Okunanlar

Bizi Whatsapp'ta takip edin